19 Mart 2008 Çarşamba

Öyle uyuşuğuz biz

Yürüdük yorulana kadar
Ve tükendiğimizde
Anladık ki; aslında koşmalıymışız ölene kadar

16 Mart 2008 Pazar

Six Feet Under - Nobody Sleeps



"Hiç ilişkim olacağını düşünmezdim. İlişkinin getirdiklerine sahip olmadığımı düşünür kimsenin beni benimle yaşayacak kadar çok seveceğini düşünmezdim. Ama Bob benim yanımda kaldı. Ben de onun yanında. 22 yıl boyunca kalplerimizi, vücutlarımızı, ruhlarımızı paylaştık. Her zaman kolay olmadı. Her zaman eğleceli de değildi. Ama her zaman değerdi. Bundan önceki yaşamımda ne yaptığımı bilmiyorum fakat Maria von Trapp karakterini oynayan Julie Andrews'un söylediği gibi, güzel şeyler yapmış olmalıyım. Çünkü bu hayatta binlerce kez ödüllendirildim. "

Umarım hepimiz sevgililerimiz öldüğünde bu tarzda bir konuşma yapabiliriz ya da biz öldüğümüzde sevgililerimiz ardımızdan...

15 Mart 2008 Cumartesi

Johnnytwentythree



Johhnytwentythree, Cincinnati, Ohio, Amerika'da kurulmuş isminden de anlaşılacağı üzere bir experimental post rock grubu... Grubun "Thirty Pieces Of Silver" ve "JXXIII" olmak üzere iki adet albümü var. İlk albüme maalesesef ulaşamadım ama 2007 yılında çıkan "JXXIII" albümüne Emule, Torrent ya da paylaşım sitelerinden ulaşabilirsiniz. Yazının sonunda albümün kontrol edilmemiş linkini vereceğim.


Grubun üyelerini sayacak olursak ki; saymamız aslında kimsenin aklında kalmayacağından dolayı pek bir gereksiz olacak. Sadece, adamlar o kadar kaliteli grup kurmuş, isimlerini söyleyelim de saygısızlık etmeyelim düşüncesi içinde yazıyorum. Gitarda Michael Maier, kemanda Brianne Maier, bateride Brian Tyree, bas gitarda Joseph Maier yer alıyor. Ayrıca kendilerine konserlerde filmler hazırlayan Stephen Imwalle'i de gruptan biri olarak görmemiz gerekiyor çünkü grubun en karakteristik özelliği konserlerinde gösterdiği bu filmlermiş. Hatta sitelerinde ki haberlerde yeni müzikler ve filmler yapmamızın zamanı geldi diye bahsediyorlar. Grupta 3 tane Maier olması dikkatimi çekse de aralarında kan bağı var mıdır varsa ne derecedir bir bilgiye rastlamadım.





2004 yılında Stephen Imwalle'nin kısa filmine "Thirty Pieces Of Silver" adında bir soundtrack hazırlamışlar. Albümün süresi 47 dakika 54 saniye, kısa filmin adını maalesef bulamadım. Imdb'de Stephen Imwalle'nin yer almıyor.















2007 yılında çıkarttıkları albümle bir çok müzik dergisinden olumlu eleştiriler alan grubu, ben de şans eseri progarchives'de gezinirken tanıdım. 6 şarkıdan oluşan albümün toplam süresi 60 dakika 12 saniye. 2 şarkının 15 dakika barajını aştığını bir şarkının ise 12 dakikadan oluştuğunu belirteyim. Albüm özellikle Explosions In The Sky, Mogwai, God is an Astronaut sevenlerin hoşuna gidecektir. "Ghost Soldiers" 20 dakikalık post rock şarkısı Godspeed You Black Emperor tarzında olur önyargısına sahip kişilerin özellikle dinlemesi gereken bir parça olmuş. Kısa parçalar pek dikkati çekmese de özellikle albümün en uzun 2 parçası olan "Ghost Soldiers" ve "Fall Of Swords" post rock dinleyenlerin en çok sevdiği tüyleri diken diken yapma hissini bir çok bölümde gerçekleştiriyor. Hatta kimi zaman albüm siz farketmeseniz de gözlerinizi kapattırıyor ve belinize doğru giden o sıcak hissi inceden inceye size yaşatıyor.









Grubun internet sitesine girdiğimizde şöyle tuhaf bir amblem bizi karşılıyor. Ne anlam ifade ediyor ? Neden gruba böyle çizgi romandan kaçma bir logo seçilmiş bir bilgim yok. Ben beğenmedim ama siz gördüğünüzde aniden bir şimşek çaktıysa düşüncelerinzde bilemiyorum. Ayrıca grubun internet sitesi maalesef çok kötü, adamlar Temmuz 2007 tarihinden Mart 2008 tarihine kadar tek bir haber girmemişler. Fotoğrafların yer aldığı bölüm, diğer post rock gruplarına benzer bir halde sevimsiz ve özensiz bir halde bırakılmış. Store bölümünde ise grubun albümlerini -ilk albüm ellerinde kalmamış- ve tek çeşit tişörtünü satın alabiliyoruz. (Ne alırsan 10 dolar)
Bir de contact kısmı var ki bu kendi sitelerine 8 ay haber yazmamış grubun booking dışında hangi maile cevap vereceği konusunda şüphelerim var. Johnnytwentythree, Eits tarzı post rock sevenlerin hoşlanacağından emin olduğum bir grup diyerek yazıma burada son vereyim.

Grubun ikinci albümü "JXXIII"'yi yüklemek için http://www.axifile.com/?5991431 (Şifre : warezkill.com)
Grubun myspace sayfası : http://www.myspace.com/j23music
Youtube videoları : http://www.youtube.com/johnnytwentythree

Renk / Tema vb.

Herkesin eski renk uyumuna, fontlara küfretmesi sonucunda bir değişikliğe gitmeye karar verdim. Şimdi güzel oldu sayılır. Ezgi'ye yardımları için teşekkür ediyoruz. Turkuaz üstüne siyah seçeneğimiz de vardı ama onu ben pek beğenmedim. Şurası olmamış burası olmamış diyen var ise söylerse iyi olur. Şablonu da değiştirmeyi düşündüm ama resim falan koyup yorum yapacağımdan, şablonun sayfanın tümünü kaplaması gerekiyordu. O yüzden bu şablonu seçtim.

Bir de artık blog'da ağırlıklı olarak film eleştirisi ile albüm eleştirisi yazmaya çalışacağım. Dün Tıp bayramı olmasına rağmen bir Allah'ın kulu bayramımı kutlamadı. Yazıklar olsun... Bir de eğer sinema dergisi takip edenler varsa şurası olmamış yazıda burası olmamış derse bana çok yardımı dokunur. Ben okuyorum ama tek başıma göremeyeceğim bir çok şey var. Zaten adamlar gibi yazma ihtimalim de yok herifler yılda 400 film izliyorlar. Bir de öyle bir bağlantı kuruyorlar ki yok Shakespeare 'in bilmem kaçıncı oyununa gönderme var yok yunan mitinde yer alan şu efsaneye gönderme var gibi. O kadar birikimim olmadığından dolayı, ben izleyip elimden geldiğince bilgi vermeye çalışacağım.

14 Mart 2008 Cuma

Nine Lives / Dokuz Hayat






Nine Lives, yönetmenliğini ve senaristliğini Rodrigo García'nın, yapımcılığını ise Alejandro González Iñárritu'nun üstlendiği 2005 yapımı isminden de anlaşılacağı üzere 9 farklı yaşamı anlatan güzel bir yapım. Yönetmenin araştırdığım kadarıyla 3. uzun metraj filmi, bunun dışında Boomtown, Six feet under, Carnivale, Sopranos gibi bir çok dizide de yönetmenlik koltuğuna oturmuş olduğunu söyleyelim.


Birbirlerinden bağımsız sayılabilecek 9 adet hikayenin hepsinin başrolünde bayan oyuncular yer alıyor. Yardımcı karakterler olarak ise gardiyan, eski sevgili, sağır, sakat, istismarcı gibi rollerde ise erkek oyuncular yer almış. Tüm hikayelerde erkeklerin hiç biri pek de iç açıcı rollerde yer almıyor. Erkek oyuncuların duygusal ya da fiziksel anlamda neden bu tip rollere yerleştirildiği senariste soracağım ilk sorulardan biri olurdu. Kadın oyuncuların bir çoğu iyi bir oyunculuk sergilese de bazı oyuncular öyle kötü ki göze batmamaları imkansız. Özellikle filmin başlangıcındaki Elpidia Carrillo'nun(Sandra rolünde izliyoruz) performansı size filmin devamını izlemek zaman kaybı mı olacak diye düşündürtüyor.









Çok kötü bir performans sergileyen Elpidia Carrillo'nun filmden bir sahnesini görüyoruz. Ayrıca bu filmden sonra 2006 ve 2007 yılında birer filmde daha rol almış oyuncuyu eğer çekebilirsem kendi kısa filmimde bile oynatmam. Türkçe biliyorsa, dikkate alsın söylediklerimi... O nasıl bir kızgın olma halidir ? Berbat yahu !!!


Film boyunca yer alan hikayelerin birbirleriyle bağlantılı olduğunu düşünüp sürekli filmin sonunda acaba bu hikayeler birbirine nasıl bağlanacak diye düşünsek de bizi şaşırtan ya da olay örgüsünü değiştirebilecek bir bağlantı meydana gelmiyor. Bazı karakterler diğer hikayelerin içinde gözükse de bunlar çok önemsiz ve hikayenin gidişatını etkileyecek tarzda değil hatta farketmek filmin gidişatına hiç mi hiç etki etmiyor. O yüzden filmi izlerken sırtınızı yaslayıp, rahatça filmin akışına kendinizi bırakmanızı öneririm. Filmde dikkat çeken en önemli durum Garcia'nın 12 dakika boyunca tek bir çekim yapmış olması filmde herhangi bir kesme yer almıyor. Hikayelerin hepsi bölümün başrolündeki oyuncunun gözünden anlatılmaya çalışılmış. Bu cesaretli davranışı için Garcia'yı kutluyoruz ama bazı bölümlerde -özellikle Holly- mantık hatalarının olduğunu bazen de bu tekniğin insanı sıktığını söylemeden geçmiyoruz.



"Telefon için çok geç. Çok fazla yanlış anlaşılma oldu"

Babasıyla sorunları olan bir hemşireyi canlandıran Lisa Gay Hamilton filmde rolünü iyi kotaramamış oyunculardan bir başkası...


Sonuç olarak Nine Lives izlenilmesi gereken bir film diye düşünüyorum. Yönetmenin karakterleri kadın odaklı yapması, filmin kadın seyircilere daha fazla hitap ettiğini size düşündürmesin. Filmin sloganı olan "Every moment has a story" Nine Lives ile bire bir uyuşmuş. 12 dakikalık hiç kesim yapılmayan 9 ayrı hayat izliyoruz. Bunların içinde; kocası sakat olan bir kadının yalnızlığına çare arayışı, yıllar sonra gelen eski sevgilinin bir kadının hayatını berbat edişi, genç yaştayken kızını kaybeden bir annenin çaresizliği, göğüslerini aldırmak zorunda kalan bir kadının hissettikleri ve daha niceleri var.


"Seninle beş dakika ve hayatım hayal gücümün uydurduğu bir şeye dönüştü"

Gözyaşlarınızı tutmakta zorluk çekeceğiniz, filmin bana göre en mükemmel sahnelerinden biri yukarıda yer alıyor. Diana rolünde Robin Wright Penn'i, Damien rolünde ise Jason Isaacs'i görüyoruz.



"Şey bu kahkaha ya da pişmanlık, dünyadaki en çirkin his"

Filmde ki en iyi diyalogların yer aldığı Ruth'un bölümünden bir sahne... Dünyada ki tüm insanlarla bağlantılı oluşumuzun ay üzerinden anlatılışı, klasik bir belgeselden yola çıkılarak hayatın sorgulanışı... 9 hikaye arasından en fazla dikkat çekeni diyebilirim.

Filme 10 üzerinden 8 veriyoruz. IMDB notunun 2,297 oy üzerinden 6.9 olduğunu ve 8 notunun yüzde 22.1 ile en büyük paya sahip olduğunu söyleyelim.
Ayrıca buradan "Nur Özgenalp"'ın film hakkında ki kritiğini de bulabilirsiniz. Ben yazıyı yazdıktan sonra kendisinin kritiğine rastladım. Filmi izlemeyi düşünenler için yardımı daha çok dokunacaktır.

13 Mart 2008 Perşembe

Notre Dame de Paris



Bu nasıl bir şarkıdır ? Bu nasıl bir müzikaldir ? En yakın zamanda baştan sona izlemem(iz) gerektiğini düşünüyorum. Ekşi'den alınmış çevirisini (karoks adlı yazar çevirmiş) de aşağıya koyayım. Notre Dame'in çok küçükken animasyonunu izlemiştim. Hayal meyal hatırlıyorum. Kötü görünüşlü Notre Dame beni o yaşlarda -ilkokul 2 ya da 3 olması lazım- bayağı bir ürkütmüştü. Her neyse fazla konuşmaya gerek yok.
"güzel...
bu bir kelime,onun için yaratılmış!
dans ettiğinde,ve ortaya çıktığında,öyle ki;
bir kuş,uçabilmek için kanatlarını çırpan!
o zaman cehennemi hissediyorum,ayaklarımın altında açıldığını
gözlerimi diktim,çingene elbisesinin altına,
ne işime yarar ki artık?notre dame'a yalvarmak?
kim?
kimdir,ona ilk taşı fırlatacak?
bu kişi,dünyada bulunmaya layık değil,
o lucifer!oh! en azından bir defa bırak beni,
parmaklarımı gezdirmek için esmeralda'nın saçlarında;
güzel;
bu şeytan mı?onun içinde saklanan?
gözlerimi çevirmem için ebedi tanrı'dan,
benim varlığıma bu tutkuyu koyan,
beni engellemek için,gökyüzüne bakmamı
o üstünde taşıyor,ana günahı!
onu arzulamak beni bir suçlu kılıyor,
o...
bir eğlence kızı olarak alınan o,aslında hiçbir şey,
birden taşıyor gibi yapıyor,insanlığın haç'ını
o notre dame!bir defalığına izin ver en azından
kapısını aralamamıesmeralda'nın bahçesinin
güzel;
koca siyah gözlerine rağmen sizi etkisi altına alan
bu bayan hala bakire kalacak mı?
hareketleri benim tepeler ve harikalar görmeme neden oldukça...
eteği altında,gökyüzü renkleriyle bezeli
aşkım,izin verin sizi aldatmama,
sizi sonsuza dek sevmemden önce

hangi..
hangi erkektir,ondan bakışını ayırabilecek?
tuzdan heykel olmanın verdiği acıyla
o flower of lys
ben bir inanç adamı değilim,
toplayacağım,esmeralda'nın aşk çiceklerini
gözlerimi diktim çingene elbisesinin altına
artık ne işime yarar? notre dame'a yalvarmak.
kim...
kimdir ona ilk taşı atabilecek olan?
bu kişi,dünyada olmaya layık değil
o lucifer! en azından bir defa izin ver,
parmaklarımı gezdirmeme esmeralda'nın saçlarında
esmeralda"

Ayrıca şarkıyı "sütü seven kamyoncu" gibi videolarıyla tanınan arkadaşlardan hatırlıyor olabilirsiniz.



üstteki ise 23. şarkı olan "Tu vas me detruire"... Müzikalden dinlediğim ilk şarkı, ekşi sözlükte ağlatacak şarkılar başlığında 3-5 ay önce karşılaşmıştım. Bugüneymiş araştırıp böyle mükemmel bir şeyle karşılaşmak... Bunun da çevirisini ekşiden alayım (commandante adlı yazar çevirmiş)

"beni yok edeceksin

damarlarımda yüzen
beni aptala döndüren, perişan eden
üzen ve bunaltan bu tutku okyanusuna
yavaşça dalacağım,
bir el beni tutmadan
yavaş yavaş boğulacağım
hiç pişmanlık duymadan

beni yok edeceksin
beni mahvedeceksin
ve seni lanetleyeceğim,
yaşamımın sonuna kadar

beni yok edeceksin
beni mahvedeceksin
bunu tahmin edip söyleyebilirdim
ilk günden beri,
ilk geceden beri
beni yok edeceksin
beni yok edeceksin
beni mahvedeceksin

günahım, saplantım
aklımı bulandıran çılgın arzu
benimle acı acı alay eden
beni parçalayan ve benimle düşüp kalkan
küçük düş satıcısı
sadece eteğinin uçuşmasını
ve seni dans edip şarkı söylerken görmenin
beklentisiyle yaşıyorum

beni yok edeceksin
beni mahvedeceksin
ve seni lanetleyeceğim,
yaşamımın sonuna kadar

beni yok edeceksin
beni mahvedeceksin
bunu tahmin edip söyleyebilirdim
ilk günden beri,
ilk geceden beri

kış mevsimi olduğumu sanan ben,
yeşillenmiş bir ağacım işte
demir olduğumu sanan ben,
vücudun ateşine karşı
kendi kendimi yakıyor ve tüketiyorum
ayışığından daha gizemli gözlere sahip
yabancı bir kadın için...

beni yok edeceksin
beni mahvedeceksin
ve seni lanetleyeceğim
yaşamımın sonuna kadar

beni yok edeceksin
beni mahvedeceksin
bunu tahmin edip söyleyebilirdim
ilk günden beri
ilk geceden beri
"

Ayrıca Nine Lives adlı filmle ilgili bir eleştiri yazmaya çabalayacağım. Hayatımı düzene sokacak kararlar aldım. Tabii bu kararlar üç gündür; salya sümük olmadık yerde ağlamamın gazıyla alınmış kararlar olabilir. Her neyse

11 Mart 2008 Salı

Kaç günde eriyecek acaba ? / Kar

Bu şehre yıllar boyu kar yağdı. Kaldırımları, evlerin çatılarını, yolları her yeri kaplardı. İnsanları unuturdu yeryüzünün rengini, alışırdı beyaza zamanla. Hayatımda dönem dönem yıkılıp yapıldı bu şehir. Güneş, tüm karları bir günde erittiğinde yeniden yapılırdı şehrin sokakları. Küçükken tüm şehrin planlayıcısı ailemdi. Camiler, izole bir site, seçilmiş arkadaşlar vardı. Küçükken çok sık yağmazdı kar; babamın bana kızdığı, arkadaşlarımı beğenmediği günlerde ya da futbolda başarısız olduğumda azıcık tipi yağardı şehrin kimi sokaklarına. Sabah uyandığımda tüm isyan ve kızgınlık kaybolmuş olurdu. Yavaş yavaş büyüdüm. Orta okulda artık kar yağışları haftalar boyu sokakları kaplayabiliyordu. Ama erirdi karlar ve ne zaman ki erise tüm karlar, ailemin belli başlı özellikleri beliriverirdi sokaklarda. Liseye geçtiğimde kar yıllar boyu sokaklardan kalkmadı. Bambaşka bir hayata alışmıştım. Yalnız, trajediyi seven, kendini beğenmiş, mutlu olduğundan bir türlü emin olamayan, bağımsız düşünebilen... İşte lise yıllarında değişti şehrim ilk kez, en yakınlarım yaptı bu sefer şehrin planını... Camilerin sayısı azaltıldı, barlar, müzik marketleri, kitapçılar ve sinemalar açıldı. Kaldırımlar arnavut kaldırımı değildi artık. Dostlarımın yaptığı sokaklar öyle iyi planlanmıştı ki yıllardır kar bile yağmıyordu şehrin bu sokaklarına, ama hayatıma giren ilk sevgili, ileride kenti değiştirmeye çalışanlara öyle çarpık bir mahalle bırakmıştı ki, kar sürekli yağsa da bir türlü tutunamıyordu alt yapının bozuk olduğu mahallenin sokaklarında. Kurulduğundan beri ilk kez geçenlerde kar tuttu; fuhuşun normalleştiği, uyuşturucunun uyuşturmadığı, her türlü suçun en adisinin yer aldığı bu mahallede. Ve mutluydum ben, şehrin bu mahallesine girdiğimde ilk kez sevinçli değil mutluydum. Hiçbir suç işlemediğimi düşünüyor, kimseyi dolandırmıyor, hiç kimseyi aldatmıyor sadece umutla karın yerden kalktığında mahallenin yeniden yapılanacağını ve o vakitten sonra hep böyle boş boş güleceğimi sanıyordum. Mahallenin her binasındaki pisliği yok eden, rahatsız edici duvar yazılarını silen bir melek inmiş olmalıydı şehrin bu pis mahallesine… Ve şimdi yağmasına rağmen kar, eriyor yavaş yavaş. Melek havalanmış olmalıydı ve benim kanatlarım yoktu onu tutup geri getirebilmek için denemiştim uçmayı ama ulaşamamıştım işte burada bunu yazdığıma göre… Şimdi daha fazla kendimi harap etmeden çıkıyorum usulca bu mahalleden. Mahallenin mimarı, mahalleyi yarım yamalak bırakıp gittikten sonra, tüm doğruları yapmama rağmen ilk kez ağlıyorum. Oysa ki; pisliğin cirit attığı bu mahalleden çıkarken ne kadar çok yalan attığımdan, dolandırdığımdan ve unutmak için kendimi uyuşturduğumdan hiç rahatsız olmazdım. Değişmeyeceğini artık kanıksadığım bu mahalleden çıkarken bu sefer; elimden gelen her şeyi yaptım ve öyle çok sevmiştim ki diyebiliyorum.
------------------------------------------------

Zamanı geldi kar
Yağ da kapa artık yolları
Unuttur geride kalanları

Zamanı geldi de geçiyor
Dondur artık insanları
Felç et son kez hayatı
Anlasınlar ne kadar rahat yaşadıklarını

Zaman kalmadı kar
Bak dağılıyor kara bulutlar
Unutulmayacak mı yanlışlıkla ezberlenen numaralar
Yüzlerinden akan kiri görüp de utanmayacak mı insanlar

Yenildin yine kar, yendin yine güneş
Eriyeceğini bilen kar yağmadı bir kez daha
Bari sen kavur her yeri
Kar yağmadı diye şükretmesin insanlar

10 Mart 2008 Pazartesi

Otobüs

Otobüs yolculuklarında insanın aklına o kadar çok fikir geliyor ki... Uyuyup kalktığında rüyayı unutmak gibi, yolculuk bittiğinde bu düşüncelerin bir çoğunu unutmak insanı sinir ediyor. Aydan ve Nadya var bir aklımda kalan, onu da yazacağım inşallah. Bir süre depresif modda niye Ankara'da okumuyorum lan diye dolaşmam pek güzel olmasa da hayatımı düzene sokacağım artık. Geçirdiğim güzel zaman için herkese teşekkürler. Ne demiş grup

"Grinin yolunda
Zorlukla bekliyordum
Bir kez daha seni görebilmek
Bir kez daha ellerini tutabilmek için

Fırtına sona erene kadar
Korudun beni
Son nasıl gözüktü?
Bu her şeyin sonu muydu ?

Yağmurun sesini duyduğumda
Korkmalı mıyım
Hayatım için ?

Beni neden bu gözle görüyorsun
Sana söyledim seni görmek için çok meşguldüm
Senden asla bir sır saklamam
Senden
Senden


Bitti mi şimdi ?
Ben iyiyim
Sağol güzel zamanın için

Şimdi gidiyorum
Sakın ağlama
Nasılsa döneceğim
En azından deneyeceğim

Görmüyor musun
Bencilce düşünmeye vakit yok

Dün geçti
Yarınsa kapıda
Dönemiyorum şu an geri
Kaçamayacağım

Seni seviyorum
Yemin ederim
Her zaman seveceğim"

Yorumlu çeviri oldu yine.

Taşınma İle İlgili Açıklama

Eski blog'u -vidar.blogsome.com- buraya taşıdım. Artık yazı yazarsam buraya koyacağım.
Eski blog'da yer alan tüm yazıları da buraya eklemem rağmen, siteye girenlerin yorumlarını buraya taşı(ya)madım. Dolayısıyla eski yazılara yine (vidar.blogsome.com) adresinden ulaşabilirsiniz.
Hayırlı olsun dedim kendi kendime.

Ayrıca blog'un ilk yazısı aslında şurada yer alıyor.

http://bos-ev.blogspot.com/2008/03/uygunluunu-kontrol-et.html

Sayaçtır, zarttır zurttur boş kaldıkça eklerim artık.

Kuş beyinli Deve / 1 Mart 2008

Yürüdü
Özendiği bir kuş vardı uçabilen
Yürümek yetmedi
Koştu koştu peşinden
Koşmak da yetmedi
Şarttı havalanması

Kuş, gördü kendini kovalayanı
Niye dedi kendine
Niye kovalıyor beni bu uzun boyunlu, iri, tuhaf yaratık
Martı da değilim kartal da bir özelliğim de yok oysa

O kadar acizdi ki uçabilen kuş
Acaba dedi yaklaşırsam ona
Sakladığı kanatlarını çırpar mı
Ya da konsam onun için yere
Korur mu beni tüm kedilerden

Kuş beyinliydi ne de olsa
Karar verdi yaklaşmaya yavaşca
Alçaldıkça alçaklaştı
Alçaldıkça ihaneti tüm gökyüzünü sardı

Öyle sevilmeye ihtiyacı vardı ki
Razıydı bırakmaya gökyüzünü
Razıydı bir daha uçmamaya

Baktı gözlerine uzun uzun
Gördüğü en büyük gözlerdi bunlar
Allah'ın bir oyunuydu en büyük gözlü kara hayvanı olması
Ancak böyle bir gözde barınabilirdi nefret, kıskançlık ve dışlanmışlık

Zıpladı tüm gücüyle kilometrelerdir koşan deve kuşu
Belki yükselebilirim diye
Zıpladı tüm gücüyle
Ben de bir kuşum düşüncesiyle

Serçenin ise öyle ihtiyacı vardı ki sevildiğine inanmaya
İnandı kendisi için çabalayan biri olduğuna
Kondu deve kuşunun tam önüne
İhanet ettiği gökyüzünden çok uzaklarda
Ayaklar altında ezildi gitti küçük serçe

Deve kuşuysa tüm umudu
Ve nefret ettiği deve sıfatıyla
Devam etti koşmaya

Şeyimin Efsanesi / 23 Şubat 2008

http://img406.imageshack.us/img406/889/asezo7.jpg

2007 yapımı, Francis Lawrence'ın yönetmenliğini yaptığı, Richard Matheson'ın kitabından üçüncü kez uyarlanan, 150 milyon dolarlık bütçeyle çekilmiş bir filmi inceleyeceğim. Tabii erkek bünyesi 150 milyon doları duyunca acaba 150 milyon dolarlık porno film nasıl olurdu diye düşünmeden duramıyor. Her neyse konumuz bu değil. Konumuz benim berbat bulduğum, her sahneyi 15 dakika önceden tahmin edebildiğim, sonu çok açık olan bu berbat film. Şimdi bakmayın benim berbat dediğime Beyazperde notu 8.4, IMDB notu ise 7.2. Tamam beyazperdeyi oylamada pek ciddiye almam ama IMDB neyin nesidir ? 75,496 oy var benim 2 vermeme rağmen hala notu 7.2.

Film kitaptan uyarlandığına göre, kitapta bilimkurgu olduğundan dolayı filmimiz de vurdulu kırdılı bilim kurguya giriyor. Konuyu kısaca anlatacak olursak: kansere çözüm bulunduğu sanılan madde insanları vampir yapıyor. Efendim işte tam kansere çözüm bulduk falan denilerken, filmlerde gıcık olduğum X yıl sonra ibaresi çıkıyor. Bir bakmışız her yer paramparça, herkes ölmüş. Tabii bizim efsane abimiz Will Smith hayatta, bu virüsü yoketmenin yollarını arıyor. Tahmin edeceğiniz üzere buluyor, şimdi bu spoiler oldu açık seçik ama izlemeye başladığınız anda bulacağını zaten biliyor olacaksınız. Film boyunca yalnız bir adamın; Shrek repliklerini bile ezberleyebileceğine, mağaza mankenleriyle sohbet edebileceğine tanık oluyoruz ve anlıyoruz ki yalnızlık kötü bir şey. Filmin bir çok sahnesi Türk seyircisi refleksi olarak; "Lan gerizekalı oraya gitme tuzak lan orası" "Niye öldürüyon ki şimdi kendini mal mısın?" "Kafayı yemiş lan herif yazık" tarzında cümleler kurdurtuyor. Gelelim filmin tahmin edilebilme sorunsalına, filmin çok basit bir kurgusu olduğunu düşünüyorum. Flashback'ler hiç ama hiç olmamış. Bir sonraki flashback'de neler olacağını tahmin ediyorsunuz. Efsane amcamızın yaşadığı zamanda da olacakları rahatlıkla tahmin edebiliyorsunuz. Belki abim yalnızlıktan kafayı yediğinden dolayı sağlıklı düşünemiyor ama sırf filmin devam edebilmesi için yapılmış bir tuzak sahnesi var ki berbat diyoruz. Filmin sonu da son zaman Hollywood kahramanlık filmleri gibi film iyi bitti ama bak çok kötü şeylerde oldu ekseninde diyebilirim.

Her neyse fazla spoiler vermemeye çalıştım. Sonuç olarak zaman kaybı olduğundan dolayı izlememenizi tavsiye edeceğim ama IMDB notunu düşününce eğer aksiyon ve bilim kurgu filmlerini seviyorsanız izlemenizi de tavsiye edebilirim. Kendinizi acaba ben de tahmin edebilecek miyim diye denemek için de izleyebilirsiniz. Fakat bu nedenle izleyecekseniz şunu söyleyeyim; ortalama üstü 5-6 tane action filmi izlediyseniz tahmin edeceğinize bahse varım. Filmdeki makyajların iyi olduğunu da belirterek yiğidi öldür hakkını yeme diyor ve yazıya burda son veriyorum.

Babel / 13 Şubat 2008

"-Yanlış bir şey yapmadıysak neden saklanıyoruz?

-Çünkü... yanlış bir şey yaptığımızı
düşünüyorlar, bebeğim.

-Bu doğru değil. Sen kötü değilsin.

-Hayır, tatlım. Hayır, kötü değilim. Sadece aptalca bir şey yaptım."

Son zamanlarda izlediğim en iyi filmdi...

So instead I run to hide / 11 Şubat 2008

Ve yürüdü; iki tarafında sokak lambalarının dizildiği, kara basma sesinin en mükemmel işitildiği, ondan kendisini uzaklaştıran yolda. Bir film sahnesini andıran ama kendisi bir film çekmezse asla bir filmde kullanılmayacak olan yolda yürüdü. Nereye gittiğini bilerek, neyin başına geleceğini bilerek yürüdü. Her değiştirmeye çalıştığında olacakları, yolun sonunda öldü. Tek bir olasılık vardı yaşamına devam etmek için, ondan uzaklaşıp evine doğru gitmeliydi. O da öyle de yaptı. Kafasını her çevirdiğinde, başındaki o tarifi zor kanama hissi, gözlerindeki kırmızının beyaz üzerindeki seyri, onun tüm vücudunu çevirmesine engel oldu. Yol boyunca, her sokak lambasına bir isim verdi, isim verilenin sönmesini hayal etti ama arkasına baktığında hepsi boynunu bükmüş önünü aydınlatıyordu. Biliyordu o yoldaki ışıklar hiç sönmeyecekti ama bir türlü anlayamadığı lambaları söndürmenin isim değiştirmekle olmayacağıydı. Yolun sonuna gelmişti. Evi tüm boşluğuyla onu kucaklayıp tüm acılarını emmek için bekliyordu. Sonunda umursamaz gözleri, kıpkırmızı kulakları, cebinden hiç çıkmak istemeyen elleri kavuşmuştu istedikleri yere. Duygularıysa akıp giderek yol açmıştı kar üstünde kendisine, aynı yolda her yürüdüğünde umudunu kaybetmeden arayacak olsa da artık çok geç olacaktı aynı duyguları tekrar yaşaması için. Boşlukta hapsolan tüm duygular karla kaplanacak, Karlar birbiriyle kaynaşacak o erimeyecek gibi düşündüğü beyaz örtü 1 haftada güneşin gazabına dayanamayarak su olacaktı. Su ise kim bilir belki kanalizasyona doğru süzülecek belki de bir çiçeğe hayat verecekti.
Keşke aşkını ve ona karşı olan duygularını ölmeden devam ettirmenin bir yolu olsaydı…

Anathema’nın son şarkısında dediği gibi

“ve ben sadece ulaşamamıştım sana
Ne kadar denediğim önemli değil
Hayır sadece ulaşamamıştım
Böylece bunun yerine saklanmak için koşmaya karar verdim.”

Başka ne isterdin Brütüs ? / 31 Ocak 2008

Neydi benim istediğim
Yıllar geçti bilemedim
Ömürden ömür gitti
Ömürden insan geçti
Küstüm, bırakıyorum diyemedim.

Bölme İşlemi Hatası / 28 Ocak 2008

5 kişiye eşit olarak dağıtılması gereken sevgi
1 kişiye tam verilince
6 kişi üzülüyor.

6 kişi ayrı ayrı üzülmesi gerekirken
Bir kişi herkes için üzülüyor.

Yüzlerce o bir sen etmiyor / 27 Ocak 2008

Sen gittin, o geldi
Sen bıraktın, başkası yakaladı
Sen dinlemedin, hiçbiri konuşmadı
Sen kaçtıkça benden, herkes beni kovaladı
Sen unutmaya çalıştın beni, bense onlarda yaşamaya çalıştım seni

17 Ocak 2008

.


""and somehow i knew you could never never stay
and somehow i knew you would leave me
and in the early morning light
after a silent, peaceful night
you took my heart away
oh i wish, i wish you could have stayed.""



Ersin Karabulut çizimi

Terse doğru yol alır otobüs / 12 Ocak 2008

Arkamda bir çok kişiyi, duyguyu bırakıp içeriye adımımı attım. Ağlayanlar, ağlamamak için kendini tutanlar, kendini kötü hissetmemek uğruna uğurlayanlar, yerdeki izmaritleri toplamaya çabalayan ve yere atılan her çöp için küfretmesi gerekirken usulca, umursamaz bir şekilde yerleri süpüren temizlik görevlisi; kısacası herkes farketsin ya da farketmesin beni yolculuyordu. Sevdiklerim farkındaydı beni yolcu ettiklerinin, diğerleriyse başka birine el sallarken; göz yaşlarını dolaylı olarak benim için de döküyorlardı. Hayır, ölmemiştim sadece otobüse binmeye hazırlanıyordum. Çok ortak yönü olsa da bir cenaze töreniyle; günde milyonlarca kişinin yaptığı sıradan bir otobüs yolculuğunu anlatmaya çalışacağım.

“Şüphesiz ki yaşamı tersten yasamak daha güzel,
Hatta mükemmel olurdu.”

Demiş Can Yücel... İşte böyledir otobüs yolculukları; hazırlık evresiyle cenaze törenimizi, yolculukla yaşamımızı, inişimizle doğumumuzu yaşarız.


Uzun bir otobüs yolculuğu için merdivenlerden ağır ağır çıktım. Geri dönmek, perde perde solan yüzümün eskisi gibi ışık saçmasını, gözlerimin neşeyle bakmasını isterdim. Bir kez olsun sorsalardı derdim ki; istemiyorum tersten yaşamak, binmesem otobüse, gitmesem yanınızdan, alsanız beni tekrar kucağınıza izin verin tekrar edeyim yaşadıklarımı doyasıya…

5 basamaklı merdiven bitmişti. 05 numaralı koltuğun yanına gittim ve annemin hazırladığı yolluğu, babamın üşümeyeyim diye yanıma koyduğu kazağı güzelce yerleştirdim Uzun bir yolculuğun başlamasına az kalmıştı. Cam kenarındaki koltuğuma oturmuş; otobüsün içinde olanlara değil de dikkatimi dışarıda meydana gelenlere vermiştim. Tüm yolculuk boyunca böyle devam edecekti yaşam, yapabildiklerimi değil de yapamadıklarımı elimdeki fırsatları değil de elde edemeyeceklerimi izleyecektim.

Dışarıda duran babam, tüm “lütfen gelme” bakışlarıma rağmen dayanamayıp otobüse 8. kez biniyor. Gözlerinden otobüsten inmek istemediği, benim uzaklara gitmemi istemediği okunsa da 8. Kez oturduğum yeri, üşüyüp üşemeyeceğimi, rahat edip etmeyeceğimi kontrol ediyor ve tekrar otobüsten inmek zorunda kalıyor. Sanki tabutuma sarılmış “gitme, yanımızdan ayrılma” deyip göz yaşlarını yanaklarıyla kavuşturmamak için kendini zor tutuyor. Annemse eğer otobüse binerse bir daha inemeyeceğini bildiğinden tüm bu olanları dışarıdan izlemeyi yeğliyor ve otobüse binip; son kez soluk yüzümü görmeye cesaret edemiyor. Daha çıkmaya başlamadan yola; gözlerinden hemencecik -belli olmamak için- süzülen yaşlarla dua ediyor. Bense, hareketsiz bir şekilde gözlerim kırmızı noktaya odaklanmış oturuyor ve 4. Otobüs yolculuğumun başlamasını bekliyorum. Dışarıya zoraki gülücükler yollamayı ihmal etmeden heyecanla yanıma birimin oturmamasını diliyorum, yolda rahatça uyuyabilmek için…

Otobüsün kalkma zamanı, öğleden sonra saat 5... Tabuttan usulca kalkıp; yaşam içindeki tersten yaşamıma başlıyorum. Ailem ve tüm tanımadıklarım otobüsün dışından el sallıyorlar. 1 kova suları yok arkamdan dökecek belki ama sevgilerini iliştiriyorlar her tarafıma, gittiğimde döneyim diye değil de gittiğimde özlemeyeyim diye. Arkamda onca kişiyi bırakıp başka bir diyara, başka bir boyuta yeni bir hayata yol alıyorum. Otobüs boş sayılacak şekilde kalkıyor. Her koltukta birer kişi, herkes yalnız. Kimse kimsenin yanına oturmak istemiyor. Oysa otobüs her ilde duruyor her ilde yolcu alıyor ve zaman geçtikçe otobüs doluyor. Her terminalde git gide artan; konuşmalar, horlamalar, yemek sesleri birbirine karışıyor. Hayat geriye doğru sarıyor otobüs yolculuklarında. Her koltuk doluyor etrafımdaki; bir tek benim yanımdaki koltuk boş koridor tarafına bakan… Kimse yanıma oturmak istemiyor. Belki yanımdaki koltuğa koyduğum çanta yüzünden belki de etrafa yaydığım negatif enerji yüzünden kimse yanıma oturmaya kalkışmıyor. Otobüse, bir başka terminalden bir başka biri giriyor. Etrafa bakıyor, omzundaki çantasıyla bana doğru yaklaşıyor. Gözlerinden anlıyorum yanıma oturmak istemediğini ama başka çaresi olmadığını biliyor; elindeki bilet benim yanımdaki koltuğu gösteriyor. Yalnız geçmeyeceğini ben de onun kadar biliyorum bu otobüs yolculuğunun…

-Merhaba diyor
-Merhaba
-Galiba buraya oturmam gerekecek.
-Tabii buyurun.

Üstünde kocaman 09 yazan çantası telefonumun son iki hanesini, bakışları ise aynayı hatırlatıyor.

Horlama seslerinin arasında kaybolan kelimelerimizi yakalıyoruz. Otobüste ikimizden başka kimsenin bilmediği bir sürü olay anlatıyoruz önceki yaşantılarımızdan. Biliyoruz ki otobüsten indiğimizde birbirimizi bir daha asla görmeyeceğiz, adlarımızı bile hatırlamayacağız işte bu yüzden birbirimize bu kadar güveniyoruz. Beraber uyanıyoruz, aynı anda koltuklarımızı yatırıyoruz. Bacaklarımızı birbirimize değdiriyor, konuşurken gözlerimizi birbirimizden sakınmıyoruz. Kimi zaman istesek de durmasını zamanın otobüs devam ediyor yolculuğa otobüs doğruca gidiyor başlangıca… Otobüs gittikçe bir hayatı beraber geçirdiğim ama hiçbir şey paylaşamadığım insanlardan bazıları otobüsten iniyor. Bazı insanlar –yolun başında yüzünü hiç bilmediğim- otobüse biniyor. Binenler inenler, gidenler gelenler herkes birbirinin yerini dolduruyor. Otobüsteler hayatımdalar ama haklarında hiçbir şey bilmiyorum. Bir göz teması belki, bir çoğuyla o da yok… Oysa otobüs aralar veriyor; tanışmamız için, birbirimizi sevmemiz için. Ama ben yanaşmıyorum kimseyle tanışmaya, yürüyerek oturmanın verdiği sıkıntıyı atmaya çalışıyorum. Aralarda tuvalet molaları veriyor tüm pisliği çıkarıyor; yüzümü yıkayıp kendime geliyor sonra otobüsteki yerime yeniden yerleşiyorum. Koltuk arkadaşımla eskisi gibi konuşmuyorum tecrübelerim her konuşma çabamda terkedileceğimi hatırlatıyor. Daha ihtiyatlı daha bir mesafeli yaklaşıyorum artık yanımda oturan kişiye. En başından beri hiç peşimi bırakmayan uyku, bu sıralarda gözümü açık tutmakla yükümlü tüm askerleri haklayıp göz kapaklarımı yavaşca kapatıyor. Gözlerimi açtığımda otobüsün son durağa yani benim durağıma geldiğini anlıyorum. Yanımdakinden iz yok hayal meyal hatırlıyorum yüzünü. Otobüsten indiğimde beni bekleyen kimse olmuyor. Benim yeni bir şehre ayak bastığımın kimse farkında değil… Aldırmıyorum yavaşca yumurtanın içine geri dönüyor ve evime doğru yola koyuluyorum.

*Can Yücel’in yazısı için

http://forumpasaj.com/index.php/topic,2533.0.html



"Tutanamıyorum be burda; olmuyor yapamıyorum. Elimde kalıyor her el attığım ama her şeye rağmen demek lazım yine de olduğu kadar"
"Cümlelerimi pek beğenmedim ama olduğu kadarını koymak istedim. Affınıza artık"

A Silver Mt. Zion - Mountains Made Of Steam / 5 Ocak 2008

Bu bizim fırtınalı sonumuzdu
Su bizim botlarımızı batırdı
Yapmamalıydık biz oh yapmamalıydık
Tüm umutlarımızı okyanusa fırlattık
Okyanus
Sıcak gri deniz

Söyle bana ya da
Tekmele beni ya da
Tut beni ya da
Lütfen inan

Bu onların iflas etmiş geleceği
Ve bu bizim hayalimiz
Sen hangisini yaptın ?
İnanmak inanmak inanmak inanmak
Hep beraber hep beraber hep beraber hep beraber hep beraber
Hiç bir zaman geri çekilmeyeceğiz
Gizem ve merak
Şimşekten yapılmış dağınık kalpler

Bir yerlerde işte bir asker
Alanda uyuyan
Bir yerlerde işte bir anne anne anne anne anne anne anne

Lütfen inanın bizim nazik rüyalarımıza
Tatlı insanlar
Uykularında fısıldıyor

Melekler avuçlarının içinde
Nazikçe üzgün şarkılarını söylüyorlar
Ve bizim tatlı rüyalarımız
Tıpkı buhardan yapılmış bir dağ gibi

......

Biraz yorum da katarak böyle tuhaf bir çeviri oldu.

Son Dilek / 25 Aralık 2007

Fesleğen, leylak, zambak
Görsem bahçede ayıramam herhangi birini
İşte budur diyemem zambak
Ya da diyemem işte en güzel kokandır leylak
Hangisidir soğuğa en fazla dayanan
Zambak zumbak dön arkana iyi bak

Gecenin bir yarısı; düşüncelerimde geçmişe özlem, kucağımda yıllık, kulağımda müzik var. Yavaş yavaş silinen beklentiler, tamamen kaybolmuş verilen sözler. Oysa ki; ilkokuldayken ne kadar zevk alırdım yağ satmaktan bal satmaktan ufak boyumla mendil kapmaktan.

Tek dileğim diye yüzlerce cümle kurdu
Hepsi mutlu olmak içindi
Gerçekleşmedikçe daha mutsuz oldu
Gerçekleşmedikçe daha imkansız dilekler doğdu



Açıklama gereği hissettim. Yine yazarı bir çocuk olarak ele alırsak; bu çocuk hayatı yaşarken neyin iyi, neyin güzel olduğunu bir türlü kavrayamıyor. Bu yüzden yaptığı seçimler sürekli yanlış oluyor ve bu seçimlerden sürekli sıkıntı duyuyor. İstediği çiçek ile aldığı çiçek hiç bir zaman birbirni tutmuyor. Bunu belirtmek için de zambak zumbak dön arkana iyi bak kullanılmış buradan hem küçüklüğüne dönüşünü arzuladığını hem de oyunu oynayanların hatırlayacağı üzere yanlış kişi arkasına baktığında yandığından dolayı geçmişte yaptığı seçimlerden pişmanlık duyduğuna dikkat çekmeye çalışıyor. İkinci bölümünde ise yaşadığı dönemde tek dileğinin hep geçmişteki hatalarını düzeltmek olduğunu söylüyor ama yaşadıkça zihni ve ruhu geçmişe hapsolduğundan dolayı yaşamı devam ettikçe mutsuzluğu daha da artıyor ve geçmişe dönme isteği dayanılmaz bir hal alıyor. Geçmişe hapsolduğundan dolayı yaşadığı dönemde yavaş yavaş hiç bir isteği gerçekleşmez oluyor. Oysa ki bir tutunabilse geleceğe, bir kavrayabilse zamanı her şey yoluna girecek.
Öyle işte...

12 Aralık 2007

Yazasım vardı oysa...

O K C A

G A Ü R
ÜN YB ML AS
O E I
LMU LER NDA
Ş İ
TU N


Dadaizm denemesi olsun bu da...

Yaşama Sevinci / 10 Aralık 2007

Yaşama sevincimizin artması gerekmez mi şu günlerde ?
En iyi ve güzelleri yaşamamız gerekirken
Neredeyiz ?
Kiminleyiz ?

Ayrıca sonradan rastladığım konuyla ilgili şarkı olaraktan

The Orange Lights - Let the Love Back In

"Why.. does it have to be so hard..
How.. did you ever ??? where we are
How.. did you become invisible.."

Ayrıca ayrıca çocuk olasım var. Olmadı çocuk yapasım var.

Serzeniş / 28 Kasım 2007

Dardı, küçüktü sığamıyordun artık
Tohum büyümüş ağaç olmuştu zengin topraklarda
Dağlar kadar büyük sandığın rahim
Kutuya dönüşmüştü ayların sonunda
Tamam demiştin o an geldi vakit

Gitmeliyim artık, alışmalıyım zorluklara
Günlerce tekmeledin, bağırdın avaz avaz
Sandın ki daha güzel dışarıdaki dünya
Büyüktür nefes alabilirim en azından
Zaman geldi süzüldü vajinadan berrak sıvı

Kal demedi annen
Tutamadı kadim sandığın göbek bağı
Katıldın sende küçük aileye
Sağlıklı, çirkin eciş büçüş bir kız bebek
Mutlu etti ilk çocuğu kız olan babayı bile

O günden bu güne on dokuz yıl geçti
Almadan sürekli verdiğin yeni dünyada
Kasetler doldurdun yıllarca sesimi duysunlar diye
Yorulmadın kendini kanıtlama uğruna
Zaten doğuduğunda inanmıştı ailen soyadığını duyuracağına

Hiç yanında değildim ben senin doğum günlerinde
Şimdiyse pişmanım olamayacağımı bildiğimden gelecekte
Kalabilseydim yanında uzakta olsamda
Hayat izin vermeseydi keşke
Uysal sandığım yalanlarımın tüm mumları söndürmesine

21 - 24 Kasım 2007 ... 21 Kasım 1988'e
1-1
2-2
3-3
4-4
5-5

8 Kasım 2007

"Bitkinin toprak altında kalan yumruları “patates” olarak bilinir. Bu yumrular nişasta bakımından zengin olduğundan önemli bir besin maddesidir. Bitkinin toprak üstü kısımlarında zehirli alkoloitler bulunmasına karşılık yumruları zehirli değildir."

Hayat Patatesli Olsa Keşke… / 29 Ekim 2007

Sessiz ağlıyordu o
Bir kere hıçkırarak ağlamıştı yanımda
İlk kez demişti birinin yanında ağlıyorum hıçkırarak
İnanmayı seçmiştim
Oysa yağmur yağıyordu o gün gök yarılmışcasına
Şimdi bakınca arkama
Keşke diyorum keşke hayat patatesli olsa...

Bu yazının yazılmasındaki yardımları için Piraye'ye ve Mert'e teşekkürlerimizi sunarız.

Otobüs gider yaşam sondan devam eder / 12 Ekim 2007

Uzun otobüs yolculuklarını düşünün; tıpkı Can Yücel'in arzuladığı gibi sondan yaşamı yaşarız her uzun otobüs yolculuğunda... Otobüse başka bir diyara gitmek üzere bineriz, saatler boyunca tüm hayatımızın bir özetini çıkarır indiğimizdeyse başka bir diyarda yaşamımızı noktalarız.

Bununla ilgili uzun zaman önce yazdığım bir yazı vardı... Ben konu hakkındaki kendi düşüncelerimi, otobüs yolculuklarımın bir özetini yazmıştım. Mesajı okuyan bir kaç kişi kendi yolculuklarını anlatmaya çalışırsa ne güzel olurdu oysa...

Odada çocuk / 9 Ekim 2007

Odada çocuk
Tek başına
Kocaman beyaz balonla
Şişirirse odaya sığamayacak
Şişirmezse yalnız kalacak

Odada çocuk
Ölmek istemeyen
Kapısı ardından kitlenen
Şişirdi balonu
Bekledi sonunu

Odada çocuk
Havası kalmayan
Nefes alamayan
Kaçmak istedi ama kıpırdayamadı

Odada çocuk
Şişirdi balonu geldi sonu
Ölmedi bir başına
Bıraktı balonu çok başına

Odada kırmızı balon
İçi tıka basa
Küçük odada ölü bir çocukla

Odada balon
Patlamak istemeyen
Mutlu gözüken
Yaratıcısını öldürüp
Sonsuza dek yaşamayı garantileyen

02.10.2007

Herkesce farklı anlaşılabilir tabii ki ama ben kendimce açıklamaya çalışayım yazdıklarımı...

Odada ki çocuk yeni bir ortama alışmaya çalışan bir insan oluyor. Uzakta olduğundan ya da yaptığı seçimi geri almaya korktuğundan dolayı odada tek başına kalıyor. Fakat insanoğlu yalnız kalamayacağından dolayı; günler aylar yılların sonunda arkadaş edinmesi gerektiğini anlıyor. Balonumuz ise bu çocuğumuzun arkadaşları oluyor. Başta beyaz ve inik olan balon şiştikçe şişiyor ve balonun içinden dışarısı görünmez hale gelene kadar büyüyor ve kırmızılaşıyor. Çocuk balonu şişirmek zorunda olduğunu anlıyor; biraz şişirip bırakmak aklına gelse de yaşadığı ikilem onu daha çok şişirmeye ve onların arasına iyice karışmaya zorluyor. Ama çocuğun odası o kadar küçük ki bu yeni küçük odasında o balonu şişirirse kendisi olmaktan vazgeçecek. Küçük çocuk yalnız kalmaktansa kendisi olmaktan vazgeçiyor. Tüm nefesini verdiği balonun içinde yeni arkadaşlarıyla yaşamaya devam ediyor.

Ama kimi zaman birisi gelip o kapıyı kırıyor ve balonun ağzını açıyor... Tüm hava çocuğun içine yeniden karışıyor ve çocuk eski yaşamına, sevdiği yaşamına sevdiği insanların arasına kısa da olsa geri dönüyor.

Seni seviyorum kanki :A
Sizi seviyorum lan tüm özlediklerim

Hepimiz beklerken uçmayı kaynatıldık çoğumuz doğuştan gelen yeteneğimiz için / 12 Eylül 2007

Neden bıraktın bugün ipek böceği
İnsanlar için ipek yapmayı
Kalmadı mı sana getiren dut yaprağı
Yok mu artık heyecanla bekleyen iki katlı evin insanları
Teknoloji miydi ipek yapmaktan seni alıkoyan
Yoksa bıktın mı ?
Beş bin senedir acaba sıcak suya ben mi atılacağım demekten,
Kozandan çıkmana saatler kala öldürülmekten,
Uçmaya hazırlanırken; insanları sıcak tutmak uğruna ölmekten
Oysa tırtılken bin yıllar boyu sandın ki;
Örersen kozanın dış kısmını, sonra da vücüduınun etrafını
Örersen güzelce duvarını,
Farketmez seni insanlar bırakırlar öylece yapayalnız
Beklersin kozandan çıkmayı; kozandan çıkıp üç beş gün doyasıya uçmayı
Kaç nesil geçti ve sen daha yeni farkettin ipek böceği
Bıraktın bugün ipek yapmayı
Hem artık makineler vardı senin işini üstlenen
Hem artık makineler vardı sıcak suya atılmadan
İpek üretebilen...


"Tırtıl önce kozanın dış kısmını sonra kendi vücudunun etrafını örmeye devam eder ve görünmez olur."

Toz Duman / 11 Eylül 2007

"Oyunlarını oynamaya mahkumdurlar ama onları takdir edecek seyircilerden mahrumdurlar."

Eski bir defterin -2 - 3 yıllık- sayfasında buldum. Google'a yazdım çıkmadı bir filmden alıntı olsa gerek 3 sene önce böyle bir cümle kurabileceğimi sanmıyorum.

Bir de şöyle bir cümler var

"Tozu dumana katar yaşam"

Bunu ben yazmamışım. Başka biri yazmış başka bir sayfaya, arkasında İngilizce bir kompozisyon var. Lise geçti, gitti hem de bitti. Geri de dönülmüyor. Yürüyoruz ama dönemiyoruz...

Bir gözlem yüzlerce yaşam / 8 Eylül 2007

Geçenlerde kısaca, hemen hemen her erkeğin kadınları çok iyi tanıdığını iddia ettiğini söylemiştim. Şimdi ben kadınları değil de yaptığım gözlemler sonucunda erkeklerin ilişkilerdeki davranışlarını kısaca anlatmaya çalışacağım. Erkek;

0-12 Yaş Arası Dönemi Erkeği

Erkekler 0-12 yaşları arasında kızlara ilgi duyarlar. Ama bunun oyuncaklarına duyduğu ilgiyle aynı olup olmadığını anlayamazlar. Etrafındaki akrabaları, küçük erkek çocuk bir kızla yakınlaştığında "Çapkın" "Öp bakayım bir" gibi cümleler kurar. Çocuk ise sevginin daha ne olduğunu tam olarak idrak edemediğinden, bu söylenen cümlelere ve gösterilen davranışlara tam olarak bir anlam veremez. Birisini seviyor mudur ? Sevgi nedir ? Niye Esra ile Arda'yı farklı sevmesi gerektiğini kavrayamaz. Utanır, sıkılır kimi zaman inkar eder ama çoğu zaman öp denilirse öper. 0-12 yaş arasında erkek sever ama sevdiğinin farkına varmaz.

12 - 25 Yaş Arası Dönemi Erkeği

Erkeklerin bu dönemi kendi içinde ikiye ayrılır. Kimi erkekler, en olmadık kızları sevip en yakın arkadaşlarına sevgilerini anlatıp; olmadık işlerin peşinden koşarlar. Cinsel isteklerini ise bu sevdiğini sandığı kişilerle asla aynı potada eritemezler. Kendilerini evliya sanarlar. Çok aşıktırlar ama sevdiği kızla asla yatmayacaklarını düşünürler. "Aşık olduğum kızı yatakta düşünmüyorsam onun Ahmet'den Arda'dan ne farkı kalır?" sorusunu bir türlü kendilerine soramazlar. Çoğu erkek böyle bir dönemi ergenlik çağı diye adlandırılan dönemde yaşar. Daha sonra bu aşık olunduğu sanılan ama sadece çok sevilen kişi unutulur, hatırlanmaz hatta erkek çocuk, arkadaşlarına aslında sevmiyordum gibi cümleler kurmaya başlar. İşte bu cümlelerle birlikte erkeklerin ilişkilerdeki karakteristik özelliği ortaya çıkar. Bu karakteristik özellik kimilerinde üstteki dönemi yaşamadan ortaya çıkar, kimilerinde üstteki dönemi yaşadıktan sonra ortaya çıkar. Kimisinde hayat boyu devam eder, kimisinde bir süre sonra biter. Evet erkek evlatların hepsi bir kızdan hoşlanır, onu sever. Buraya kadar sorun yoktur. Ama şu yazıyı okuyan her erkeğin kendinde olan bir özelliği şimdi yazacağım. Erkek yanında erkek arkadaşları varken kızı nedense hiç sevmez. Ama yanında kız arkadaşı varken kız arkadaşını çok seviyordur. Erkek erkeğe konuştuklarında "Abi ben aslında sevmiyorum" "Ya öyle devam ediyoruz ama ayrılıcağız en yakın zamanda" gibi cümleleri defalarca kurar. Ama kız arkadaşıyla beraber olduğunda onu çok sevdiğini belli eder; "Seni seviyorum" der sinemaya gider, gezmeye gider. Kızı sevdiğini onunla yalnızken her anda belli eder. Yalnız bir de erkekler için şöyle zor bir durum vardır ki hem kız arkadaş hem erkek arkadaşın beraber bulunduğu ortamlarda, erkek ne yapacağını şaşırır. Erkek, arkadaşlarına birlikte olduğu kızı çok umursamadığını belli etmeli, kıza ise onu sevdiğini inandırmaya devam etmelidir. Siz de arkadaş konumundayken böyle bir ortamdaki erkekleri gözlemleyerek demek istediğimi anlayabilirsiniz. Bu dönemde erkek kızı belki sever, belki sevmez. Bazen sevdiğine inandırır kendini, bazen de eğleniyoruz işte der geçer. Ama her erkek bu dönemde arkadaşlarıyla birlikteyken; hoşlandığı kızı hiç umursamadığını belli etmeye çalışır.

25-45 Yaş Arası Dönemi Erkeği

Bu dönemde erkek, artık bir kızı sevdiğini hem kendisine itiraf eder hem de arkadaşlarına itiraf edebilecek düzeye gelir. Rahatlıkla hem arkadaşlarının hem sevgilisinin bulunduğu ortamlarda bulunabilir. Bu itiraftan sonra ilişki genellikle evlilik ile sonlanır. Herkesin gözü önünde erkek sevdiğini söylediği kızla evlenip "Harbiden seviyorum herhalde" cümlesini içinden kurar. Bu dönemde; çocuklar doğabilir, sevgi artıp azalabilir, büyük kavgalar yaşanabilir. Fakat dönemin sonuna kadar, erkeğin kadını sevdiğini, arkadaşları da sevdiği kadın da bilmektedir. Bu dönemin sonu kimi zaman boşanmayla, evlenmeden bu dönemi yaşayanlar için atlatılması zor bir ayrılıkla, kimi zamansa sadece zamanla gelir. Kimi zaman bu dönem üç ay sürer kimi zaman yıllarca sürer. Ama bu dönem erkekler için her zaman biter. Kimi erkeklerde bitip bitip tekrar başlasa da hiç bir erkek bu dönemi aynı kişiyle sonsuza dek götüremez.

45 - 75 Yaş Arası Dönemi Erkeği

Bu dönemde erkeğin aşık olduğu kadına karşı aşkı azalmıştır hatta hiç kalmamıştır. Evet sevdiği kadın, kendisinden ayrılsa çok üzelecektir ama artık aralarındaki aşk bağı kalmamıştır. Onunla olmak artık bir zorunluluk, alışkanlıktır. Sevdiği kadın olmasa yapamayacağını bilir ama içten içe "Olmasa daha güzel olabilir aslında" der. Bu dönem eğer ayrılık dolayısıyla başlamışsa erkek yalnız kalamayacağından dolayı; kendine bir kadın bulacaktır. Eğer 25-45 yaş dönemini tekrar yaşayacak gücü kaldıysa bu dönemi tekrar yaşayacak ya da yatakta değişik pozisyonlar için değil de sadece akşamları yanında yatıp kendini güvende hissetmek için ve asıl önemlisi yalnız kalmamak için bir arkadaş bulacaktır.

-----

Efendim yazıyı geyik olsun diye yazdım. Ne kadar doğrudur ne kadar yanlıştır ne kadarı sizi kapsar bilemeyeceğim. Dediğim gibi yazının tek dayanağı; yaptığım gözlemler ve dinlediğim kız ve erkek arkadaşlardır. Herkesin ilişkisi hatta herkesin hayatı, birbirine benziyor ama insanın doğasındaki benzersiz olma isteği yüzünden insanlar kendi yaptığı hataları bile başkasının daha önce yapmış olabileceğini kabul etmiyor.. Şimdi şu yazıyı okuyup "Hadi ordan bu sadece senin hayatın diyebilirsiniz". Benim de diyeceğim uzun bir "eeee" olacaktır.

Yazdığım dönemleri, yaşla bağdaştırsam da aslında bu yazdıklarım kimilerin hayatında yazdığım yaştan çok daha önce ya da çok daha sonra ortaya çıkıyor. Kimi erkekler bazı dönemleri tekrar tekrar yaşarken kimi erkekler bazı dönemleri hiç yaşamadan hayatına devam ediyor. Mesela bazı erkekler asla 25-45 yaş dönemi diye bahsettiğim döneme ulaşamazken, kimileri ise hep 45-75 yaş dönemini yaşıyor. Kimi erkekler 25-45 yaş dönemini defalarca yaşarken kimisi 12-25 yaş dönemini saplanıp kalıyor. Yazının ana fikri de bu iki paragraf oldu herhalde :D

Lem'a / 30 Ağustos 2007

-Keman değil mi bu çalan ?
-Evet evet keman
-Peki ne çalıyor ? Çok güzel, çok beğendim.
-Bilmiyorum.
-Ne kadar da güzel lay lay diyor.
-Bir şeyler anlatmak istiyor sanki lay lay diyerek
-Hayır bence sadece şarkıyı uzatmak için söylüyor.
-Hep aydınlık yüzün
-Bizse hep gece geçtik kapından

Erkekler / 27 Ağustos 2007

Erkeklerin neden hepsi hatun milletini çok iyi tanıdığını söyler ? Var mı fikri olan ? Neden bu kadar eziğiz yahu erkekler olarak ikili ilişkilerde :D

Bir şeyler yazmak istemek / 27 Ağustos 2007

Sürekli beynimde bir şimşek çakıyor. Yazma hissi doğuyor, bu sefer yazıcam diyorum ama sonra hiç bir şey yazamıyorum. Yaşadığım en kötü duygu sıralaması yapsam ilk 3'e çok rahat girer. Ya da en sevmediğim duygu sıralaması yapsam ehe neyse saçmaladım. Zaten baktım diğer bloglara millet genelde 2-3 satır yazıp saçmalıyor. Neden ben yapmayayım ? Ben süper miyim ?

Karanlığın İçinden / 22 Ağustos 2007

Üstüme üstüme koşa koşa, döke saça, basa basa, tıka basa gözlerini aça aça
Benden yavaş yavaş giderken

Yağmur bulutu unutursa / 21 Ağustos 2007

Sevip de söyleyemediğim şarkılar var
Bir de sesini asla hatırlayamadığım şiirler
Keşke keşke o ben olsaydım dediğim hikaye kadınları
Düşlerim vardı, uyandığımda yalnızca başını hatırladığım ve asla sonuna kadar görmeyi beceremediğim
bir adam vardı düşümde tam dokunacakken uyandırıldım
bir adam sonumuzun ne olacağını hiç öğrenemedi
düşümde bir adam var benim mi bilemedim
bir adam var diyorum düşünüp düşümden ayrı kaldığım

"dusundum dusumden dusumden ayri
kaldim"

Hazırlıkta -bundan taaa 5 sene önce- ilk müzik dersinde bu şarkıyı söyleyen biri vardı. O bile unuttu bu şarkıyı söylediğini...

On beş yaşında / 29 Haziran 2006

O kadar karanlıktı ki
Uyuyamazdık geceleri
Oysa yanımızda olsaydı
Tutabileceğimiz bir el
Deliksiz uyurduk saatlerce
Bilirdik öcüler ilk yanımızdakini yiyeceklerdi

On beş on altı yaşındaki her genç gibi davranıyordu. İleride öğrenecekti tüm insanların ne kadar basit ve ne kadar tahmin edilebilir olduğunu... Hayatı yaşanılabilir kılan en önemli şey insana sürekli bir şeyler öğretmesi değil miydi zaten ? Oysa daha on beş yaşında bir gençti, çok farklıydı ve bilmiyordu herkesin kendini farklı hissetiğini. Etrafındaki insanların ne kadar boş olduğunu yatakta düşünür dururdu, hiç kimsenin onu anlamadığını sanar; kimsenin de çabalamadığına kendini inandırırdı. On beş yaşındaki her genç gibi hayatı çözmeye koyulacak çözüme kendini inandırdığındaysa -bu çözüm genel de insanların maskeler taşıdığı ve ne kadar iğrenç oldukları olurdu- daha da mükemmel bir kişilik olduğunu kendine ispatlamak için imkansız birine aşık olması gerekecekti. Her akşam yattığında kavrayabileceği bir el olması lazımdı, elleri kendi elleri boyutunda, istediği zaman göremeyeceği birisini hayatına sokması gerekiyordu. On beş yaşındaki herkesin ellerinin boyutlarının aynı olduğuna inanmıyordu. Ne mükemmeldi imkansız aşkı; anlaşabiliyordu, onu anlıyordu, onu kahraman gibi görüyor, en önemlisiyse en büyük aşkı onu sevmiyordu. Oysa kendi yaşındaki kime biraz yakınlaşsa herkes onu anlıyordu. Tabii ki hiç bir on beş yaşındaki genç gibi o da, herkesin kendisini anladığını kabul etmedi sadece kendisini anlayabilecek kapasitedeki insanlarla yakınlaşıyordu. Onca birbirinin aynı insan içinden birini seçmesinin tek nedeni güzellikti. Büyük aşkı karanlık gecelerden korkmasını engelliyor, ellerini tutuyordu üstelik on beş yaşındaki genci sevmiyordu. Öyle bağlanırdı ki on beş yaşındaki gençler bir kadına, bir düşünceye, bir oyuna, bir şarkıya, bir kitaba ya da bir konuşmaya yıllarca uykuda kalabilirlerdi. Çoğu genç bu yıllarda hayatı çözdüğünü ve çok şey öğrendiğini sanar ama rüyada olduğunu bilmezdi.

Sonra bir öcü girerdi tüm gençlerin hayatına kimi yaşlılara göre adı Gerçek kimilerine göreyse Farkınavarmak'tı. Sımsıkı ellerini tuttuğun kişinin ne kadar boş ve bir o kadar da hoş olduğunun farkına vardırtırdı. Bu öcü aşık olduğun kişinin en sevmediğin davranışları yıllarca ne kadar çok tekrarladığını, senleyken ne çok kişinin arkasından konuştuğunu, hep de ona inandığını hatırlatır; ne kadar iğrenç biri olduğunu ve en güzel saatlerini yediğini sana teker teker anlatırdı. Bir yandan da tüm kanıtları ortalığa kusardı. En sonunda genç elini boşluğa saldığında öcü yıllarca yüceleştirilen kişiyi bir anda yutuverirdi. Gençse artık karanlıkta uyumaya alıştığını ve ne kadar mükemmel arkadaşları olduğunu farkederdi.

Her insanın yaşadığı duyguları, insanların kendine mal etmesine şaşırsa da aynı şeyleri kendinin de yaptığını artık kendine itiraf edebilirdi.

Sakın açma gözlerini / 18 Mayıs 2006

Kapa gözlerini ve
Bir uğur böceği olduğunu
Adına şarkılar yapıldığını
Yanlış yerlere konduğunda mutlu ettiğin insanları
Küçücük, üstündeki beneklerden nefret eden bir böcek olmana rağmen; senden ne çok mucize beklendiğini
Uçman için yalvaran insanları
İstekleriyle uçtuğunda yüzlerindeki umudu
Kendi isteğinle uçmadığında arkana atılan parmağı hayal et...

Sorulması gereken sorular vardı… (1) / 25 Mart 2006

Yine ikiye bölünmüştü... Saydamsı görüntüsü bedeninden ayrıldı ve yanındaki yatağa usulca oturdu. Onlar derdi ki : "İnsanın kendi kendine sorduğu sorular her zaman sakıncalıdır." Kendi derdi ki : "Kendi kendime sorduğum sorular her zaman sakıncalıydı"

Son günlerde sık sık ikiye bölünüyordu. Alışmıştı şeffaf ama renkli görüntüsüne belki de beyni zamanla her şeye alışacağının bir göstergesi olarak çıkartıyordu karşısına diğer yarısını. Kimi zaman uyurken, kimi zaman okurken, kimi zaman dururken herhangi bir zamanda ikiye bölünebiliyordu vücudu ve bittiğinde sorular geri dönüyordu ait olduğu yere ikinci parçası. Şimdi yine yanındaydı usulca gittiği yatakta telaşla ilgi bekliyordu. Kafası sürekli hareket halinde etrafı gözlemliyor, bacağını ritmli bir şekilde sallıyor, dikkat çekmek için zaman zaman öksürüyordu. Soyut kahraman ilk kez somut kahraman yazı yazmaya oturduğunda gelmişti ziyarete... Soyut kahraman, sabırsızdı, sorması gereken soruları vardı. Somut kahramanın sorulması gereken sorulara yine cevap arama zamanı gelmişti, yazmayı bıraktı ilk kez bu kadar süre soruları bekletmişti. Çok zaman kaçmıştı sorulardan, sorunlardan ama ilk kez bekletmişti soruları ve getireceği sorunları.

Kafasını yana çevirdi ve yeni bir öksürük gelmeden soyut kahramana başlayabilirsin işareti verdi. Soyut kahraman yine de -bu kez sesini temizlemek için- öksürdü.

Somut kahraman sorular labirentinin içine girdi. Sorulara her yanıtında önünde bir ok beliriyor ve gitmesi gereken yönü işaret ediyordu. Bu işaret kimi zaman gözsüz, kulaksız, kalpsiz insanlara kimi zaman saldırmayan ama sürekli olarak onu yok etmek için ant içen canavarlara, kimi zamansa boşluğa açılıyordu. Kaçamak, baştan savma cevaplar soyut kahraman tarafından kabul edilmiyordu. Somut kahramanın, sorunun cevabı için gerçekten yorulması lazımdı; soyut kahraman yeni soruya ancak böyle geçerdi. Aksi takdirde soru sürekli tekrarlanır ve somut kahraman, soyut kahramanın kendisine döneceği anı sürekli ertelemiş olurdu.

"Burada ne arıyorsun ?"
"Bilmiyorum... "
....... Önünde hiç bir işaret yoktu. Cevabı beğenilmemişti, düşünmeden verdiği cevaplar hiç bir zaman beğenilmezdi.
"Şartlar bunu gerektirdiğinden buradayım. Burada olmasaydım hayat devam etmezdi. Burdayım çünkü burda olmam gerekiyor."
"Neden buradasın değil sorumuz burada ne arıyorsun?"
"İnsan kendinde olmadığını aradığına göre; kendim için mutluluğu arıyorum. Artık kaçmamak için gereken cesareti arıyorum. Yararlı olmak için bilgiyi arıyorum. Hayallerimi gerçekleştirmek için gereken ışığı arıyorum. Bir ayağım geride pozisyonumu aldım sağ kanattan gelen topa vole vurmayı bekliyorum. Karşı çıkma gücümü arıyorum. Bu hayatı benim yaşayacağımı anlamaya çalışıyorum. Ölümü korkmadan karşılamak için kendimi arıyorum. "
"Hadi ama biz bizeyiz. Hayattan ne beklediğin ya da hayatta ne aradığın değil soru. Vermen gereken cevabı bildiğin halde yine de kendini yoruyor, işleri zorlaştırıyorsun. Burada ne arıyorsun ? "
"Nasıl geldiğimi bilmediğim bu yerden kaçış yolunu arıyorum."
... .... Tam ayaklarının önünde sağ tarafı gösteren bir ok işareti yandı. Somut kahraman her zaman ok işaretinin gösterdiği yöne doğru yürüdü, soyut kahraman içinde olmadığı sürece her zaman da ok işaretlerini takip edecekti. Ok işareti onu bu sefer asılan, terkedilen, aşağılanan, başarısız olan insanların filmine getirmişti. Ok işareti onu her zaman korkularına götürürdü. Beyni kaçış yolunu bulduğunu varsayıyor ve tüm korkularını birer birer sıralıyordu. Ok işaretleri onu aradığına götürüyor ama bulmasına izin vermiyordu. Korkuları somut kahramanı öyle işgal ediyordu ki; beyni aradığını bulduğunda olabilecek güzel olayları, iyi örnekleri canlandıramıyordu. Somut kahraman başını öne eğdi bu yenilgiyi kabullenmek ve yeni soruya cevap aramaya hazırım anlamına geliyordu. Böylece konu hakkındaki korkuları, aramaya teşebbüs etmediği sürece onu terkediyordu.

"Neden memnun kalamıyorsun?"

.......Devam edecek......

Paatos - Happiness

"Suddenly my only friend is loneliness
All that I am wishing for is happiness"

In Time / 17 Mart 2006

O kadar uzaktaydı ki ellerim ona yetişmiyordu.

"Stand in pain, don't you worry
Keep you calm, don't you worry
In time, my friend"

Hoşgeldiniz Hayaletler / 16 Mart 2006

Okurken "Explosions In The Sky" adlı grubun "Welcome Ghosts" şarkısını dinlemeniz güzel olur.

Okumaktan yorulan gözlerini bir an için kaldırdı. Evet hayaletler gelmişti...
"Hoşgeldiniz hayaletler..."

Nice hayatlar yaşamıştı, nice hayatlar görmüştü. Hepsinin sonu birdi hayaletler dışında. İki zaman arasına sıkışmış hayaletler, herkese gözükmeyen -bu yüzden gerçek değil denirdi onlara- gözüktüğünde bir sorun gibi algılanan zavallı hayaletler. Hayal et değildiler aslında onların hepsi birer ghost idi. Korkmuştum ondan ilk karşılaşmamızda , çok korkmuştum onlardan. Hayal ettiğimi düşündüm; hatırlayamadım korktuğum her şeyin gerçek olduğunu. Onları anladıkça daha fazlası geldi yanıma, daha çoğu dost oldu benimle. Şimdi ise biliyorum dostlarımın hepsi birer hayalet.

Hayaletler düşünürseniz gelir, isterseniz gelir, yalnızsanız gelir. Tek gelip çok gider hayaletler, gelmeleri için gereken şartlar gibi... Zavallı hissederler kendilerini, konuştukça düzelirler; döndüklerinde eski hallerine dönerler. Sizin için canlarını vermeye de, yeniden dirilmeye de hazırdırlar. Onlar kendi umutlarını size aşılarlar.

Onlar hayal etmeden gelir. Siz istediğinizde gitmezler, sorunları yoktur ama hayalleri vardır. Hayaletlerde hayal eder, size ilham kaynağı olurlar, sizin hayattan beklentilerinizi azaltırlar, hırsınızı parçalarlar, arzularınızı söndürürler. Hayaletler sizin iyiliğinizi düşünür, bu yüzden çekerler sizi yavaş yavaş hayattan. Eğer birilerine konuşmaya gidip; sorunlarınızı, hayallerinizi, aşklarınızı anlatmaya başladığınızda siz de duyabilirsiniz dikkatllice dinlerseniz o sesi "Hoşgeldiniz Hayaletler"

Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü ? / 22 Şubat 2007

Zor olan gelmektir
Gitmek değil
Zor olan yanmaktır
Yakmak değil
Zor olan farketmektir
Oynamak değil
Zor olan dönmektir
Kaçmak değil
Zor olan uğur böceği olmaktır
Uçmak değil

Çok saykodelik klş ben burlara böyle kafama imge falan koyuyorum da böyle boş boş okuyunca anlaşılmıyodur... takılıyorum masturbasyon yapıyorum işte kendimce ehehe... sizin için zorlar neler yoldaşlar...

ShutDOWN / 22 Şubat 2007

Efendim şarkıyı ilk dinlediğim zamanlar 2005 yılının Kasım-Aralık aylarıydı. Çok heyecanlanmıştım hatta albümü dinlerken o gün ders çalışamamıştım. Hatta Kankaya otobüste dinletmiştim şarkıyı ehe... Albümdeki iki favori şarkımdan biri diğeri için "When You're Ready" geçenlerde şarkının Steven Wilson vokallisini buldum. Sürekli onu dinliyorum. Kmo ihanet olarak hissetmez algılamaz bunu umarım. Şarkı çok saykodelik çok progresif çok süper kam on hatta ooo yehlik. Sinirli anlarınızda özellikle bir kişiye falan sinirli olduğunuzda bunu açıp dinliceksiniz insan rahatlıyo... Özel kişi ve kurumlara sinirli olmadığınız anlarda ama sinirliyseniz Cribcaged daha bir hoş gidiyor. Buraya kadar kurduğum cümleler için kendimi kutluyorum.

"Shutdown your body
(Shutdown your skin)
Shutdown your kisses
(Shutdown within)
Shutdown your feelings
(Shutdown your tongue)
Shutdown your dreaming mind
(Shutdown your love)

Shutdown your anger
Shutdown your precious time
Shutdown you loser
Shutdown your little mind

Shutdown your letters
(Shutdown your voice)
Shutdown your phone calls
(Shutout the noise)
Shutdown the freezone
(Shutdown your breath)
Shutdown your hormones wild
(Shutdown your sex)

Shutdown your anger
Shutdown your precious time
Shutdown you loser
Shutdown your little mind

I gave a promise but it's just not enough for you
I lied and cheated and betrayed all my trust for you
I ripped my heart out threw it down on the bed for you
I crawled away and hid in shadows and dust for your love

Woke up and I wanted to make you my harbour
(Cold light bleeding through the closed blinds
Deep the quicksand - Cage the soft hands)
Made up but the moment dies
(Her breath threading the still night
Kiss the cold lips - Make the time slip)

Cut me down and throw me out.
Shut me down and fade me out.

Spaced out and I touch you to make myself calmer
(Cold light bleeding through the closed blinds
Deep the quicksand - Cage the soft hands)
You smile but the moment dies
(Her breath threading the still night
Kiss the cold lips - Make the time slip)

Cut me down and throw me out.
Shut me down and fade me out.

Cut me down and throw me out.
Shut me down and fade me out.
Cut me down and throw me out.
Shut me down and fade me out."

Şarkıya ufaktan aşık olmaya başladım. Sözleri süpper baba ya :D Kevin Moore yaparsa böyle yapar Steven Wilson yardım ederse ahanda böyle bir şey ortaya çıkar... Öperim ellerinizden yanaklarınızdan...


Onun dışında Elazığ kültür kenti rakçı (rok demeyin lan şuna okan gibi) kenti olmuş. Mart ayında "Çilekeş, Haluk Levent ve Cihan Yıldız (bu kim ki?), Teoman, Düş Sokağı Sakinlerinin kötü sesli adamı" konser veriyor. Hatta bir tiyatro bile oynayacak galiba... Düş Sokağı Sakinlerinin kötü sesli, kötü tipli, ben niye doğdum ulan demek yerine konserler veren adamın konserine gitmeyeceğim. Haluk Levent'e de gitmem şimdi o paraları alır Pkk'ya falan verir o bakıma yani klş... Kaldı Teoman o da tek başına çıkıyomuş akustik performans falan ona giderim belki Yağmur çalma umuduyla giderim ona da olmazsa iki kadeh içeriz adamla ehe ona param helal olsun alkole gidiyo nasılsa adamın tüm parası... Çilekeş'e büyük ihtimalle gidicem biletler bitiyo falan diyorlardı ama buluruz herhalde. Onun dışında şehir aynı şehir bok aynı bok oda aynı oda. o da aynı bu arada klş peki o kim ?

Yağmur yağarken Deniz’e / Nehir seyretti onları köşeden sessizce / 21 Şubat 2007

ÇOK YILLAR ÖNCE

"Bir daha asla olmayacak." ceketini alıp kapıya yöneldi.
"Durma, sakın geriye dönme git ve bir daha geri gelme." intikam için yaşıyordu. Önüne geçen herkesi yutuyor, kustuğunda geriye bambaşka biri çıkıyordu. Onun adı Nehir'di... O çiğnerdi, parçalardı, yutar sonra kusardı.

ÇOK YILLAR SONRA

Yağmur artık ismini seviyordu. Oysa, babası erkek olmasına rağmen kendisine bu ismi vermesine uzun süre sinirlenmişti. Yağmur artık yağmuru da seviyordu. Babası gibi düşünmüyordu; yağmurun güzel yağabileceğini farketti. Yağmur çok yağarsa felaketi getirir gerektiği kadar yağarsa mutluluğu getirirdi. Yağmur Nehir'e yağmayı tercih etmişti... Yağmur öylesine yağdı ki Nehir'e; kendi felaketini getirdi. Nehir, Yağmur'u taşırdı çünkü diğer kentleri yıkmak için yağmura ihtiyacı vardı. Nehir'in Yağmur'un yağmuruna, Yavuz'un yağmuruna, Nihal'in yağmuruna herkesin yağmuruna ihtiyacı vardı. Herkesi içine alır gibi yapıyor bir gece yarısı her yerin altını üstünü getiriyordu. Çok yıllar önce bir daha yağmamaya söz verdi Yağmur...

ÇOK ÇOK YILLAR SONRA

Yağmur çok şehir gezdi, çok kişi tanıdı ama hiç bir zaman eskisi gibi yağamadı... Kimi şehirlerde kısa süreliğine çiseliyordu sonra başka bir şehre geçiyor, başka insanlarla tanışıyordu.

Bir gün Deniz'le karşılaştı Yağmur. Geçici yağmur sandı kendi yağmurunu, gideceğini sandı, başka bir şehre gitmek için Deniz'in üstünden geçip gideceğini sandı. Zaten ömrü sanmaklarla geçmişti hiç bir zaman bilemiyordu. Yağmur her şehre yaptığı gibi Deniz'in üstüne çiseledi. Şehirlerdeki gibi kimse saklanmadı ince damlalarından, Deniz memnuniyetle kabul etti Yağmur'un her damlasını. Her ince damlasını kendi suyuyla kardeş yaptı. Yağmur aylar boyu çiseledi kimi zaman her damlasını kabul eden Deniz'i bırakıp gitmek istiyordu. Yaralanmaktan bir kez daha "bir daha asla" demekten korkuyordu. Ama gidemedi Deniz ne zaman gitmeye çalışsa korkarak geri döndü Deniz'e... Her damlasını Deniz'e bırakıyordu artık. Deniz hiç bir zaman taşıp şehirleri harap etmedi. Zaten Yağmur'un yağmuru bir dereyi dahi taşıracak güçte değildi. Yapamadı Yağmur asla Deniz'in istediği gibi yağamadı, yağmak istedi beceremedi. Deniz ince damlaların çok daha fazlasını buharlaştırıp geri gönderip kendi suyundan fedakarlık etse de Yağmur hiç bir zaman tüm buharı yağmura dönüştüremedi. Yağmur çok çok yıllar önce dolu dolu yağmayı unutmuştu. Hiç bir zaman Deniz'i memnun edecek kadar yağamadı. Yağmur her geçen gün yağmurun şiddetini arttırsa da büyük Deniz artık memnun olmuyor; daha fazlasını istiyordu. Bir gün buhar göndermeyi bıraktı Deniz, bu sefer Yağmur tüm gücüyle yağdı, su buharlarına, bulutlara dahi ihtiyaç duymadan yağdı. Gücü kalmayıncaya kadar kalın damlalarını Deniz'in üstüne bıraktı. Çok çok yıllar sonranın bir gününde Yağmur anladı ki; Deniz onu terkedeli çok olmuştu. Deniz'in üstüne yağan bir çok yağmur ve onunla birleşen bir çok nehir vardı.

SONSUZDA

Yağmur Okyanusunu bulacak ve babasını bir kez olsun mutlu edecekti.

Benim babam seninkini döver... / 19 Şubat 2007

Babam demişti ki : "Arabaya bindin mi üzüntü gider eğer üzüntü devam ediyorsa işte o zaman kötü."

Islak olmayan yaşlı gözler... / 4 Ocak 2007

Yazıyorum bir şeyler :) O küçük öykü bir gün bitecek...

"Öyle saklandın ki ebelenmeyeceğim diye
Oyun senin yüzünden bitmiyor…."

-Merhaba
Kafasını kaldırıp rakibinin gözlerinin içine baktı. Daha üstün olduğunu karşı tarafa hissettirmeliydi. Güçlü bir merhaba dedi. Güzel kız diye düşündü. Uzun kızıl saçları özensizce toplanmıştı ve kulaklarının gözükmesini engelleyecek şekilde yanlardan sarkıyordu, gözleriyse kendisine tüm anılarını anlattıracak kadar güvenle bakıyordu. Yukarıdan geliyordu, hemen kalkmalıydıl. Hemen terketmeliydi o bankı. Yukarıdan gelenler hep tehlikeli olmuştur dedi kendi kendine... Yukarıdan gelenler daha çok düşündürmeye zorlardı insanı. Ama gidemiyordu sanki onu tutan bir şeyler vardı. (her zaman olmaz mıydı bizi tutan bir şeyler ?) İrkildi hemen kendine gelmeli ve cesurca savaşmalıydı.

-Merhaba... Oturabilir miyim ?
Biliyordu hayır demeliydi, bir bahane bulmalıydı ama gücünü toplayana kadar kızıl saçlı kız çoktan yanına oturmuştu.
-Tabii.

Her Zaman / 1 Ocak 2007

Beklentilerle dolu bu yaşam.

İçsel / 3 Kasım 2006

Ne kadar anlamsız? Umut içinde gülen insanlar, gülüyor, şakalaşıyor, birbirlerine yumruk atıyor(şakalaşıyor demiştim dimi oysa) Günü yaşamak için hiç bir nedenleri yok, zamanın bitmesi için geliyorlar ve gidiyorlar. Aslında amacım kimseyi eleştirip, kendimi yüceltmek değil... Ben de aynı değil miyim? Ben de herkes gibi değil miydim? Yürümekten kaçınıyor, otobüse biniyor, belki diye içimden cümleler kuruyordum. O belkilerin olması önemli de değildi benim için. Küçük bir şehrin Anadolu -köy- kokan sınıflarında alışmadığım şiveleri duyarak okuyordum. Hayatımı satmıştım ve bunu her seferinde yüzüme vurmam beni derinden etkiliyordu. Yalnızlığı isterdim ama bu kadarı fazla gelmişti kimse yoktu ne ben gibi ne de istediğim gibi... Genesis'in dediği gibi "I don't belong here" Buraya ait değildim içimde eskiden beri varolan hüzün en azından burda nedenli bir şekilde büyüyordu. Onların benim gibi olması imkansızdı burdaki tek amacım onlar gibi olmamaktı. Anlamsız yaşamımın omuzlarda taşınmasına daha ne kadar var?

Orda bir gemi vardı denizde yüzmeye çalışan... / 20 Ekim 2006

Her hafta binerdi deniz otobüslerine Deniz... Yaşlandığının farkındaydı arkasında hâla bir şey bırakamamıştı ve biliyordu ki bundan on sene sonra böyle bir tasası da kalmayacaktı.

Birilerini çiğnemek istemedi -her zaman yaptığı gibi- birbirlerini çiğnemeye çalışanları izledi kalabalığın dışından... Onların koşuşlarını, telaşlarını izliyordu. "Yavaş olsana, dikkat et!!!" Tüm bu tantana güzel bir koltuğa otrmak içindi ya da ayakta kalmadan varmak istediği yere gitmek için... Deniz'in bu anlamsız kargaşaya katılmasına yıllar vardı. Neredeyse herkes deniz otobüsüne girmişti. Etraf iyice sakinleşmişti artık o da binebilirdi deniz otobüsüne... Tavanı da insanları gibi çökük, kimi koltukları hiç dışarsını görmeyen kimi koltukları camla bitişik olan salona girmişti. Üçlü bir boş koltuk görmüştü biraz karanlık, televizyonu görmeyen, insanları kendine çekmeyen... Deniz mutsuz görünmeyi severdi, mutsuz olduğunu saklamadığından dolayı gurur duyuyordu kendisiyle. Oysa her arkadaşı -en iyi arkadaşı Sinem hariç- ona böyle devam edemeyeceğini söylüyordu. Deniz öyle devam etti ama arkadaşları onunla devam edemedi. Oturdu Deniz o kuytu koltuğa oturdu. Aceleyle biri girdi bulundukları salona . Gözlerinden bu deniz otobüsünü kaçırsaydı hayatının mahvolacağı sezilen...

Deniz'in oturduğu koltuklara doğru yürüdü. Deniz kendisini beğendiği için yaklaştığını sanıyordu. Kalbi hızla atıyor, lütfen yanıma otursun diye Tanrı'ya yakarıyordu. Korkusu silinen gözler etrafta oturulacak başka bir koltuk aramıştı ama kader dedikleri şey Yavuz'u Deniz'in yanına oturttu. Deniz'in artık tüm hayatı değişmişti Yavuz'un o koltuğa oturmasıyla. Bazı şeyleri tam olarak anlamıştı ilk kez aşık oluyordu. Geminin kaza yapmasını, ismini bilmediği bu çocukla birlikte ölmeyi arzuluyordu. Evet Deniz aşık olmuştu "ya beni beğenmediyse" düşüncesi merhaba demesini engelliyor yeni cümleleri kurmasına fırsat vermiyordu. Sonunda selamlaştılar -kim ilk merhaba dedi hiç kimse bilmedi- tüm yolculuk boyunca konuştular. Yavuz telefon numarasını aldı Deniz'den ve Deniz Yavuz'dan... İşte böyle başladı Sonbahar...

Sonbahar

Deniz Yavuz'a hiç durmadan ilgi çekmek için mesaj çekiyordu. (heh) Kelimeleri kısaltıp onların ırzına geçerek mesajlar atıyordu. Yavuz'da her mesaja cevap veriyordu. Telefon mesajlarıyla birbirlerini çok iyi tanımışlardı. Haftada iki üç gün toplam on-onbeş dakika konuşuyorlardı. Deniz telefonu elinden bırakmıyoru. Çok az gördüğü, çok az konuştuğu Yavuz'a olan aşkı -belki de bu kadar az görüp konuştuğundan- git gide artıyordu. Her gün onu görmek istiyor, yanında olmak istiyordu. Ama Yavuz'un engelleri, kendine has nedenleri vardı. Deniz Yavuz'u sadece hayatın tenefüsü yollarda, arkadaş toplantılarında, otobüslerde görüyordu. Belki de bu yüzden aşıktı Deniz Yavuz'a... Zaman geçiyordu dayanmak git gide zorlaşıyordu Deniz için. Artık o içindebüyüttüğü aşkı Yavuz'a açıklamanın zamanı gelmişti. Bir sene geçmişti. Bir mesaj atmıştı "cok onmli 1konu konusmamiz lzm saat5te cafe traumada bulusalim" Deniz Yavuz'un kahramanıydı eğer önemli bir konu varsa gerçekten saat beşte orada olmalıydı.

Deniz saat dörtten beri prova yapıyor. Cümleleri tekrarlıyor hangi mimiği yapacağını ezberliyordu. Saat beş olmuştu Yavuz kapıdan içeri girmişti arkasında büyük bir fırtınayla...


Deniz tüm utangaçlığını üstünden atmıştı. Filmlerdeki gibi hiç takılmadı o engin aşkını Yavuz'a sonuna kadar anlattı. Onu ne kadar sevdiğini söyledi olmazsa olmaz klişe cümleler kurdu. Dinledi Yavuz, Deniz haddini aşsada dinlemeye devam etti. Ve sonunda "Olmaz" dedi. Hazır olmadığını anlattı Deniz'e, Deniz'i ne kadar sevdiğini anlattı ama bunun aşk olmadığını söyledi. Deniz'in başka birini sevdiğini inandırmaya çalıştı. Her şey bitti gibi geldi bir an için Deniz'e... Yavuz ayağa kalktı istemeden; Deniz'de ayağa kalktı söylemek istediği daha çok şey olduğunu düşünmesine rağmen. Bir centilmen olarak Deniz'i evine kadar bıraktı Yavuz. Ama Deniz pes etmedi bir yıl boyunca bir çok kez kimi zaman yüzsüzlüğe de vursa Yavuz'a hala aşık olduğunu söyledi. Her gün mesaj çekti mektuplar yazdı Yavuz'un kendisine aşık olması için yapabileceği her şeyi yaptı. Bir sene geçmesine, Deniz'in tüm çabalarına rağmen Yavuz hala Deniz'i dost olarak görüyordu.(ya da yazan kişi öyle olmasını istiyordu)

Pes etti Deniz, her insan oğlu gibi pes etti. İki yıl geçmişti. Artık o da alışmaya başlıyordu Yavuz'u dost olarak görmeye; bilse de hala içten içe ona aşık olduğunu kurallara harfiyen uyuyordu artık Deniz... Deniz'de artık Yavuz'a bir dost gibi davranıyordu. İlk aşkıydı, en büyük aşkıydı Deniz'in bir daha olmayacaktı böylesi onun için -yada kendini şartlıyordu- ama ya dost gibi davranacaktı ya da yok olacaktı. Dost gibi davranmayı seçti Deniz. Çok uğraşmış ama başaramamıştı. Bir gün otobüste karşılaştı Yavuz ile Deniz... Artık aynı otobüslere binmiyorlardı ama tenefüslerde -hayatın- denk geliyorlardı birbirlerine.... İkisi de cama doğru bakıyordu ikisi de ayaktaydı.... Konuşuyolardı güldü Yavuz...

-Sana mesaj olarak yazdığım filmi izledin mi ?
-Evet

Biraz daha sürdü sohbet ve kız arkadaşından bahsetmeye başladı Yavuz. Yatakta yaptıklarını anlatmaya başladı Deniz'e dostca... Üç sene geçmişti Yavuz "ilk kez bu olayı sana anlattım diyecekti defalarca" Yavuz Deniz'in yüzüne bakmak için tam ileriye doğru hamle yapmıştı ki Deniz'in inmesi gereken durak gelmişti. O yüz ifadesini hiç bir zaman göremedi Yavuz.... Ama Deniz onunkini hiç unutmamak üzere hafızasına dantellerle işlemişti. İşte böyle başladı kış Deniz için...

Kış

Her otobüse bindiğinde o sohbet geldi Deniz'in aklına. Kurtulamadı -istemediğinden mi bilinmez- bir türlü kurtulamadı. Yazdı, çaldı, çizdi, aldattı, kandırdı ama bir türlü kurtulamadı. Tam kurtulacağım cümlesini kurduğunda bir çığ düşüyordu Deniz'in kalbine... Çok uzun zaman aldı kurtulması... Her seferinde bana söylemek zorunda mıydı diye düşündü. Ona aşık olduğumu bildiği halde, bende ne yaratacağını düşünmeden, niye bana söyledi ki dedi kendi kendine defalarca... Üç buçuk, dört sene geçmişti artık ne kadar geçtiğini hesaplamayı bırakmıştı. Paylaşılanlar artıyor Deniz'in o engin -sığmayan taşan- aşkıysa git gide başka bir kulvara kayıyordu. Bir zaman geldi bu yaşadığım aşk değil diyebildi Deniz kendine... . Hayatındaki en değerli varlık olsa da Yavuz artık aşık değildi. Hem Yavuz bunu hak etmiyordu hem de Deniz gerçekten bıktığını hissetmişti ağlamaktan, kendine sürekli haksızlık yapmaktan.... Bir daha aşık olmayacağını düşünüyordu Deniz oysa mevsimler hep devam ederdi. Artık yazamasa da eskisi gibi daha mutlu olduğunu kendine kabul ettirmişti. Artık üzülme sırası değil üzme sırası ondaydı. İlkbahar o güzel yüzünü göstemişti Deniz'e....

İlkbahar

Deniz otobüsünde onlarca kişiyle tanıştı Deniz... Yüzlerce kişiyi üzdü Deniz o otobüslerde. Ama hiç bir zaman üzülmedi onlar için. Bir misyondu yüklendiği... Herkes onun yaşadığını yaşamalıydı. İntikam alıyor, kendi egosunda çırpınıyordu. Yalanlar atıyor, çok az tanıdığı kişilerin yatağına giriyor, Kimilerini çok üzüyor, kimilerini kullanıyor, kimi zaman kullanılıyor ama umrunda olmuyordu. Ama mutsuz değildi Deniz... Bazen iğrensede kendinden zevk alıyordu onun yüzünden mutsuz olan insanları görmek. Hiç görmediği insanları dâhi üzdü Deniz. Hiç tanımadığı insanlara bile seni seviyorum dedi. Hayatını kimilerine göre iğrenç yollardan sürdürüyordu. Yavuz'la dost olduğunu iyice benimsemişti artık. Mesaj gelmişti bir gün Deniz'e o sadistce duyguyla telefona doğru yöneldi; mesajı Mete'den -en son tanıştığı çocuk- sanmıştı. Ama Yavuz'dandı eskisi gibi bir heyecan kaplamadı içini, artık biraz uzak hissediyordu kendini Yavuz'a. Buluşmak istediğini yazmıştı Yavuz. Saat ve yer (hatırlıyor muydu acaba okuyanda yeri ve saati acaba yoksa önemsiz gibi mi geldi küçük bir hikayede ona yer ve zaman) aynıydı sadece mevsim farklıydı. Deniz yine erken gitmişti ama bu seferprova edilmesi gereken cümleler yoktu ama yine de erken gitmişti. Kapıdan Yavuz girdi yanında Deniz'in hiç tanımadığı biri daha vardı. Yavuz'un ellerini sımsıkı sardığı, gözlerini ayıramadığ (yazanın betimleme yapamadığı)... İlkbaharın ortasında beklemiyordu bu kadar sert bir fırtına Deniz... Çünkü aldatılmıştı, ihanete uğramıştı. Kendini berbat hissediyordu. Sanki on yıl (neden on yıl?) daha yaşlanmıştı. Hani diye düşündü içinden kandırıldım dedi ama bu düşüncelerini yüksek sesle söyleyemedi. Belki de karma denilen o lanet şey işliyordu üzerinde.


Deniz imkansız olduğunu bilsede bu kadar etkilendiğini belli etmek istemedi. Yavuz Deniz'e doğru dönüp boş olan elini havaya kaldırıp sağa sola salladı (niye el salladı demek istememişti ki yazan) Kalbi kırılmıştı Deniz'in elini kaldıracak gücü(ah hadi ordan!!!) kendinde zor buldu. Hızla yaklaştı Yavuz ve sevgilisi. Deniz iki kişilik bir masaya oturmuştu. Yavuz, sevgilisine bi sandalye çekti. Öpüştüler... Yavuz tanıştırma faslına geçmişti bu erkek arkadaşım Kemal... Deniz otobüsünde tanıştık. Deniz bu midesini gerçekten bulandıran görüntüye bir saat katlanabildi. Kalkıp gitmek için izin istedi ve ayrıldı Trauma'dan. Bu sefer Yavuz onu eve bırakmamış sevgilisiyle kalmıştı. Akşam Yavuz'dan mesaj (hani sizin sms dediğiniz) gelmişti. Nasıl biri sence sorusuna çok iyi, çok tatlı diye cevap verdi Deniz (oysa vermemeliymiş). Hiç bir şey olmamış gibi davranıyordu Yavuz. Aslında bir şey de olmamıştı sadece Yavuz kendini hazır hissetmişti. Nasıl bu kadar acımasız olyor diye düşündü yine de, ne demesini bekliyordu... Nasıl bu kadar bir insanı öldürmeden ağır yaralı durumda uzun süre bırakabilirdi. Deniz mutluluklar diledi(nasıl yaptı acaba hehe) bir süre görüşmek istemediğini anlattı Yavuz'a. Çünkü, artık otobüslerde, hayatın tenefüslerinde bile Yavuz'un yanında Kemal vardı.

Yalan atılmıştı kendisine, aldatılmıştı hemde en çok değer verdiğini düşündüğü kişi tarafından... Ama çabuk atlattı bir iki kez yatağa girmesi gerekti sadece Deniz'in(tabii ki tek başına değil). Yaza yaklaşırken fazla uzun süremezdi zaten bu bozuk hava. Yavuz'dan haber almak istemiyordu ve dolayısıyla almıyordu. Yeni bir erkek arkadaş bulmuştu hayallerimdeki erkek diye tanımladığı... Yaz böyle başlamıştı Deniz için...

Yaz

Mutluydu Deniz önceki gibi sadistcesine değil... On yıl geçmemesine rağmen herkes gibi mutlu olmayı öğrenmişti. Herkesin hayal ettiği bir erkeğe sahipti. Ama yazlar çabuk bitiyordu, bilmesine rağmen doya doya yaşadı Deniz. Daha önce hissetmedim dediği duyguları hissetti. Kendini iğrenç hissetmediği dakikalar bile olmuştu. Yazdı yaşadığı, Güneş elinden geldiğince Deniz'in adasını -erkekler bir ada mıdır?- ısıtıyordu. Deniz'e girmek için yazın gelmesini beklemiyor istediği vakit girebiliyor, kumlarda yuvarlanıyor, doyasıya yazın tadını çıkarıyordu. Kimi akşamlar keşke böyle olmasaydı demesine rağmen kader deyip geçiştiriyordu. Yavuz'la konuşmayalı, ondan haber almayalı haftalar olmuştu. Ta ki telefonu çalana kadar(oysa hiç çalmazdı telefonu) bu sefer mesaj gelmemişti arayan Yavuz'du...

Telefonda kendisine aşık olduğunu anlattı. Dakikalarca konuştu Yavuz. Hata yaptığını anlattı olmazsa olmaz klişe cümleler kurdu. Kendine göre o engin aşkını dili vardığınca anlatmaya çalıştı. Deniz güvenemedi Yavuz'a kendinde bunca yara açan birine güvenemezdi. En güzel mevsimleri bile mahvedebilen böyle bir meleğe dua edemezdi. Kendisini bırakıp bir kıza gitmesi o erkeksi duygularını bastıramaması an meselesiydi. Yapamazdı Deniz ve yapmadı... Aşık olduğunu hala bilse de Yavuz'a söyleyemezdi bunu... Çünkü hiçbir zaman hak etmemişti aşkını Yavuz. Olmaz dedi, bahaneler sürdü, yapamayacağını, çok geç olduğunu anlattı. Gerçeği söyleyemedi ama hayır diyebilmişti. Korkmuştu Deniz bir kez daha travmaya girmekten korkmuştu. Hayatındaki en büyük depremler Yavuz merkezliydi, bu derme çatma binada yıkılacağım korkusuyla yaşayamazdı. Yavuz için mevsim neydi bilmiyordu ama Deniz için yazın bitmesine çok az kalmıştı.

Evine dönmüştü ailesi ve çevresi artık Deniz'in ne olduğunu çok iyi biliyordu. Deniz hayatındaki en zor kararlardan birini verdi. Bu sefer bir trene binecek ve şehir dışına değil ülkenin dışına kaçacaktı. Baskıyı hissetmediği, ibne diye çağrılmadığı, otobüslerinde Yavuz'un olmadığı bir şehre gidecekti. Bırakıp gitti Deniz, yazın bitmesiyle herşeyi, herşeyini değiştirmişti. Bir trene atladı artık deniz yolculukları istemiyordu. Loş bir perona yerleşti içinde kimsenin olmadığı... Saçları uzun biri girdi Deniz'in bulunduğu perona ve böyle başladı Deniz için yeniden sonbahar..

Bom yeoreum gaeul gyeoul geurigo bom / 23 Ekim 2006

İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış...|Ve İlkbahar
İlkbahar
Uyan
- Usta!|- Evet evladım?
Nereye gitmek istiyorsun?
İlaç için bitki toplamak istiyorum.
O zaman gidelim.|Gel bakalım.
Şimdi bitki toplayacağım Usta.
Yılanlara dikkat et!
- Bekleyin Usta|- Tamam
Bir dolu ot topladım Usta
Gerçekten mi? Bir dolu mu topladın?
Dikkatli ol!
Dur! At bunu çocuğum!
Neden? Aynı gibi gözüküyor
Aynı gibi gözükmesine rağmen|bu öldürücü bir bitkidir.
Diğeri hayat kurtarır.
Hala aynı gözüküyor.|Nasıl ayırt edeceğim?
Yakından bak. İşte sana ipucu,|beyaz çizgiyi görebilirsin.
Eğer bu bitkiyi yersen ölürsün.
Bir dahaki sefer bu tür bitki|toplamaman gerekiyor.
Bu yenir mi peki?|- Evet, bu iyi.
Usta, arkamda bir taş var.|Lütfen onu çıkarır mısınız?
Sana acı mı veriyor?|- Evet Usta.
Aynısını balığa yapmadın mı?
Evet Usta
Aynısını kurbağaya yapmadın mı?
Evet Usta.
Aynısını yılana yapmadın mı?
Evet Usta.
Ayağa kalk!
Yürü!
Yürüyemem, çok ağır.
Balığın, kurbağanın, yılanın|buna nasıl katlandığını sanıyorsun?
Bunu yapmam hataydı!
Git ve bütün hayvanları bul|ve taşlarını çıkart.
O zaman ben de seninkini çıkarırım.
Eğer bu hayvanlardan birisi|balık kurbağa ya da yılan ölmüşse,
bu taşı hayatının geri kalanında|hep kalbinde taşıyacaksın.
Yaz
Çok sağlıklı görünüyorsun.
Bu ağaç 300 yaşında!
Sen ağaç gibi sağlıklı olacaksın.
Hoşgeldiniz!
İçeri gelin!
İyileşecek mi?
Sanırım ruhu acı çekiyor.
Ruhu huzur bulunca,|vücudu sıhhate kavuşacak.
Lütfen ona iyi bakın!
Affedersiniz.
Oraya oturamazsınız.
Usta size kızar.
Neden durduk yerde dua ediyorsun?
Gelmek ister misiniz?
Yavaş ol!|Yüreğini koyarak hazırlamalısın.
İçin!
Kafanızı rahatlatır.
Kayık gidiyor!
Yeter yapma!
Yeter yapma!
Artık iyileştin mi?
Evet, tamamen iyileştim.
Tuhaf.
Seni göremeyince deliriyorum.
Bana neler oldu böyle?
Soğuk! Çok soğuk!
Ne yapacağım?
Hata ettim Usta.|Beni affedin
Olan oldu.|Hayat böyle.
Hala hasta mısın?
Hayır.
Demek ki doğru ilaçmış.
Artık iyileştiğine göre,|buradan gidebilirsin.
Hayır Usta! Gidemez!
Sahiplenme tutkun uyandı yalnızca.|Ve bu da öldürme isteğini uyandırır.
İçeri gel!
Sonbahar.
Yoruldun değil mi?
ERKEK, 30 YAŞINDA|KARISINI ÖLDÜRDÜKTEN SONRA KAÇTI
Kocaman olmuşsun!
İçeri gel!
Eee? Mutlu bir hayat yaşadın mı|bugüne kadar?
Yaşadıklarınla ilgili ilginç|bir şeyler anlat.
Erkeklerin dünyası sana|acı vermeye başladı, değil mi?
Beni rahat bırak Usta.|Acı çektiğimi görmüyor musunuz?
Acı çekmene sebep olan ne?
Tek günahım sevmekti.
Bunun haricinde hiç bir şey istemedim.
Ne oldu?
Başka bir adamla kaçtı.
Ah, şu mesele.
Başka ne olabilir ki?|Yalnızca beni sevdiğini söylemişti.
Ya sonra?|- Buna daha fazla katlanamadım.
Erkeklerin dünyasının nasıl|olduğunu daha önceden bilmiyor muydun?
Bazen hoşlandığımız şeyleri|oluruna bırakmamız gerekir.
Sen ne beğenirsen|diğerleri de onu beğenir.
Peki ama bunu nasıl yapabilir?
Orospu!
Bu senin için çok mu dayanılmaz?|- Evet!
Usta!
Usta!
Aptal çocuk!
Aptal çocuk!
Başkasını çok kolay öldürmene rağmen,|kendi canına kolay kıyamazsın.
Bu insanların hepsinin adını kazı buraya.
Her birini kazırken,|kalbinden öfkeyi çıkar at.
Kutsal Efendi!
Kutsal Efendi!
Birisini aramaya geldik.
Bıçağı bırak!|- Yoksa ateş ederim!
Ne yapıyorsun?|Kazımaya devam et!
Prajnaparamita Sutra:|İç huzurunu onarmaya yardım eder.
Bırak bitirsin.
Ne kadar sürer?
Yarın sabah kadar.
Hat yok.|- Yok mu?
Epey derin bir vadi, değil mi?
Ne var?
Bu midyelerden beyaz boya yapıyorlar.
Ayağa kalk.
Gitme zamanı!
Detektif Choi,|böyle gidelim.
Detektif Chi,|bu bot ilerlemiyor.
Tamam, şimdi gidiyor.
Kış
Ve İlkbahar

...

...

Görmek / 9 Ağustos 2006

Küçükken kutu kutu pense diye bir oyun vardı... Hepimiz oynamışızdır belki de... Şöyle bir tekerlemesi vardı yanlış hatırlamıyorsam

"Kutu kutu pense
Elmamı yerse
Arkadaşım ........ arkasını dönerse"

Yuvarlak kurardık oyun için, tekerlemeyi söyleyerek sağa yada sola giderdik(yuvarlak olduğumuzdan dönerdik). Peki onca çocuk nasıl aynı düşünüp, aynı çocuğu arkasına döndürüyorduk....

Nasıldır bilir misiniz ?
Kutu kutu pensede ilk arkasına döndürülen kişi olmak...

Dertsiz, tasasız, tasmasız / 30 Temmuz 2006

DERTSİZ

"Hide my head I want to drown my sorrow
No tomorrow ? no tomorrow"

Kısa boylu (?) bir cüce
Yürürken uçuruma doğru
Durdurabilir mi onun atlamasını Thrud güzelliği ve konuşmasıyla?
Ya da adama gözükmeden
Rica eder mi Skuld'dan geleceği değiştirmesini
Ya da gider mi Uld'a olanları değiştirmesini
Yoksa korkar mı güzelliğini kıskanmalarını
Sadece rica mı eder yoksa Alvis adlı cüceden atlamamasını
Aşık olursa en güzel Tanrı bir cüceye
Ne der babası Thor sizce ?

-----------------------------

TASASIZ

"Some are only born to try
And maybe that's the reason why
I am afraid someday I'll find
There is no Empire in My Mind"

Doğdum
Yaşadım
Yaşadıkça yaşlandım
Yavaştan dinliyorum artık ölüm şarkılarını...

Gençlik yıllarımda oysa ben de heyecanlıydım.Ben de 20 yaşlarındaydım benimde hayallerim vardı. Hayal kurdum ben. Her gün kurduğum dünyada yaşadım. Bir gün yapacağım dedim. Bir gün bir şeyler bulacağım dedim. Her şeyi değiştirmesemde beni hatırlayacakları kadar bir şeyleri değiştireceğim derdim. Ben de 20 yaşlarındaydım benimde hayallerim vardı. Bir gün bir keşif yapacaktım. Başka bir gün devlet düzenini değiştirecektim. Diğer bir gün ise Matematik Nobel ödülünü alacaktım. Ben de 20 yaşlarındaydım hiç düşünmezdim yaşlanacağımı Ben de 20 yaşlarındaydım düşünmezdim hiç hayallerimdeki dünyayı kurmak için çabalamayı... Şimdiyse olmadı diyorum. Yaşayan milyarlarca insan gibi benimde olmadı. Teselli ediyorum yine de 70 yaşında kendimi. Ben değiştiremesemde dünyayı güveniyorum henüz doğmamışım çocuğuma...

-----------------------------

TASMASIZ

"I've seen what I was and I know what I'll be
I've seen it all there is no more to see"

Paliah : Ne olacağını biliyorum. Şu topraklar üstünde yaşayan insanların sonunu görebiliyorum. Geleceğe gittim Mukoel olacakları gördüm. Eğer gidersen kaderimiz kırmızı yazılacak.
Mukoel : Gitmeliyim... Ne kadar önemliyim öğrenmeliyim.
Paliah : Bu halk senin halkın Mukoel... Savaşlara birlikte girdiğin, Tanrılara birlikte baş kaldırdığın halkın bu senin...
Mukoel : Ölümü tatmalıyım Paliah... Ölümün ne olduğunu öğrenmeliyim.
Paliah : Hiç mi bir şey hissetmiyorsun? Hiç mi sezmiyorsun acıyı? Bu kadar bencil misin ?
Mukoel : Artık görebileceğim hiç bir şey kalmadı. Sıkıldım Paliah... Bu ölümsüz insanlardan, bu ölümsüz vücuttan ve bu ağarmayan saçlardan sıkıldım.
Paliah : Ne kadar ölümlü arzu...
Mukoel : Bir yere kadar Paliah.. Bir yere kadar... Kimse arkaya baktığında anı olarak savaşları hatırlamak istemez...
Paliah : Ya ben Mukoel? Halkını umarsamıyorsun peki ya ben Mukoel ? Hep yanında olan ben... Sana çocuklar veren senin köstebek sevgini yaşayan ben ?
Mukoel : Umrumda değilsin Paliah... Ne sen ne de şu akmasını sağlayamadığımız pınar... Artık ölmek istiyorum....


Ölmeden önce son kez ölümlü büyücü
Görmek istiyorum ne kadar önemli olduğumu
Göster bana halkımın durumunu...

------------

15 Temmuz 2006

Öyle saklandın ki ebelenmeyeceğim diye
Oyun senin yüzünden bitmiyor....

Küçük bir öykünün başlangıcı...

Soyut somut mâna madde / 13 Temmuz 2006

Yakala Rex... Öğle güneşinin -sarı tuvaletini giymiş şehvetli güneş değil sadece öğle güneşi bu- ister istemez canlılarda yarattığı miskinlik sonucu bir ağacın gölgesinde uzanan Rex ismini işittiği ve atılan çubuğu havada gördüğü anda canlanmış ve kutsal bir görevcesine sahibinin attığı çubuğu yakalamak için ayağa kalkmıştır.. Bunun için doğmuştur Rex : çubuğu bulup sahibine getirmek için yani gerçekten kutsal bir görevdir bu Rex için -size her ne kadar saçma gelse de-. Kısa bir zaman süresinde -size göre kısa- sahibine plastik çubuğu getirmişti. Peki çubuğu niye atmıştı yakut gözlü, sarı saçlı, mor gözlüklü, kırmızı ayakkabılı, pembe gömlekli (heh!) adam?

Hiç bir zaman sokaktaki bir köpek atılan çubuğu yakalayıp geri getirmez. Belki peşinden koşar ama çubuğun etrafında belki yemek bulurum umuduyla koşar. Atılan çubuğun peşinden koşup atana geri getirmek Rex'e özgü bir harekettir. Peki bir sokak köpeği Rex olabilir mi? Rex yapabilir miyiz sokaktaki bir köpeği ?

Rex'den bıkıp onu sokağa attığımızda elindeki çubuğu onu geri istememek üzere atan bir adama Rex saldırır mı acaba? Yoksa belki beni yeniden severler diye istenmeyen çubuğu geri getirir mi çöp kutusunu kullanmayan canlıya ?

Ya Rex ile sokak köpeği biraz şarap, biraz müzik ve romantizmin etkisiyle biri sokak köpeği olduğunu unutup diğeri eskiden Rex olduğunu unutup yatağa girerlerse çıplak bir şekilde... Doğan yavru kime çeker acaba ?

Ve / 10 Temmuz 2006

Kimse okumasa da yazdıklarımı
Kimse duymasa da söylediklerimi
Kimse bilmese de bildiklerimi
Kimse hissetmese de duygularımı
Kimse sevmesede sevdiklerimi
Bir gün herkes öğrenecek beni...

Hani nerede ? / 10 Temmuz 2006

Sana izin verselerdi her şeyi yapmanı
Ve yapmadan önce söyleselerdi yaptıklarını unutacağını

-Hayır ben kimseyi öldürmedim.
-Peki ya kanıtlar ?
-O ben değilim hatırlamıyorum.
-Sen öldürdün bize hayatım dediğini sen öldürdün.
-Ben yapmadım.
-Cezan artık onsuz yaşayacaksın.
-Ben öldürmedim...

Arar mıydın sonra kimin öldürdüğünü hayatını ?