2 Ekim 2014 Perşembe

Bazı şarkılar bazı filmler bazı bazı işler

her sabah aksatmadan -genel olarak aksatmadan- pardon her sabah değil ama haftanın en sinir bozucu ilk 5 gününün sabahlarında işe gidiyorum. işe gitmek berbat bir şey hele ki 9-10 ay ev ile işinin arası 1 dakika iken bir anda 35 km'ye yükselmesi ve her gün 70 km araba kullanmak ise bu berbatlığa katmer vuruyor. çok basit şeyler fakat zamanın geçtiğini hissediyorum her sabah araba gidiyor ve giderken şarkılar çalıyor bazen konserler oynuyor. fix you çalıyor bir anda şık diye biri geliyor aklıma iced earth i died for you çıkıyor hoop o berbat sesimle şarkı söylediğim zamanlar geliyor. işte o kısa bir süre öyle kararsız kalıyorum ki mutlu olmakla olmamak arasında çünkü sadece müzik dinleyerek yüzümde gülümseme oluşabiliyor, tüylerim diken diken olup belime doğru o akan sıcak hissi yakalayabiliyorum. ama her güzel şey gibi buna da bir kulp buluyorum ama diyorum zaman geçiyor geri alınmamak üzere şöyle yapsaydım vaktinde ne olurdu diye her soruşumda verdiğim cevap her daim daha huzurlu oluyor. huzurdan kasıt sevmediğim bir işe gitmek, sevmediğim insanlarla beraber çalışmak, o küçük dünyaya sıkışıp kalmak. konuşacak ortak nokta bulamayıp sürekli başkaları hakkında konuşmak bunu yaparken gülmek, heyecanlanmak, sinirlenmek. o anın, o yavaş yavaş geçen zamanın belanızı sikmesi, noluyorum ben ya diye sorup durmanız kime dönüşüyorum diye kafayı yemeniz. ama iyi para alıyorum küçücük bir kasabada sıkışıp kalsam da rahatım ne insanlar var tek amaçları yaşamak ve karnını doyurmak olan, hem arkadaşlarım var cumartesileri bile çalışıyor avun avun avun cık olmuyor. hala sinirliyim çünkü eskiden kurduğum hayallerin hayal olduğunun farkına varmışım. zaman akmış ben donup bile kalamamış daha da geriye gitmişim. eskiden günde en az bir film izleyen, müzik dinlemeden duramayan, param olmasa dahi denkleştirip konserlere giden, az da olsa kitap okuyan sen gitmiş hem de gideli ne kadar olduğunu bile hatırlamıyorsun o kadar zaman olmuş. yetişkinmişim çünkü hayat böyleymiş peeeh. alakası yok diyorum tembellik bu, vazgeçiş kocaman bir aptallık. git gide sinirleniyor, sakinleşemiyor nerden çıktı ki bu şarkı deyip okkalı bir küfür savuruyorum(sikerim böyle hayatı mesela) işte böyle gidiyorum işe. sonra iş ve rutine binmiş inanılmaz eylemler her gün "ben onlara zamanımı veriyorum onlar bana para veriyorlar" kalkıyorum arabayı çalıştırıyorum yavaş da gitsem eve hızlı da gitsem zamana yetişiyorum dur hacı bi soluklan diyorum tik tak diye cevap veriyor. 26 yıldır tik tak tik tak ananı sikeyim senin gibi kavramın allah belanı versin diyorum. saçlarıma bakıyorum dökülüyorlar beyazlıyorlar eeeh kimin umrunda diyorum zaman tik tak değil de hah hah diyor.

işe gitmek, sevsen dahi zorken -gülmeyin lan işini seven insanlar tanıyorum- nefret ettiğin vıcık vıcık bir işe gitmek dayanılmaz oluyor ama çok daha huzurunuzu kaçıran ve sinir bozucu olan işe giderken, işteyken ya da herhangi bir anda beyninizin dört bir yanına saplanan 30 sene belki daha fazla bu böyle devam edecek düşüncesi. delirsem düzelir belki her şey, o zaman hayat bana güzel huni de yakışır. üstelik hem beyazlarımı hem kelimi kapatır.

9 Temmuz 2014 Çarşamba

bilmiyorum be

Inanilmaz blr ortam oyle cok yazmak istedim ki yazamadim ama telefon uzucu her sey

23 Haziran 2014 Pazartesi

yokkalmamış

Uykum var çok hem de ama uyumuyorum ısrarla telefonun ekranına bakıyorum. Bir şeyler düşünmek bir şeyler hissetmek istiyorum ama olmuyor öylece boş boş duruyorum. İşe gideceğim oysa ki 3 saat sonra araba sürerken uykum gelecek keşke işe gitmesem keşke küçük olsam diyeceğim. Babam beni kaldırsa kahvaltımı zorla yapsam sonra okula gitsek öğle araları futbol oynasam babam elini sırtıma soksa yine terlemişsin diye tatlıca kızsa ben utansam o ufak sınıfa girsem bu sefer o kadar depresif olmasam, üzgün olmasam biraz daha cesaretli olsam en azından ne istediğimi bilsem peşinden koşsam koşup da yorulmasam düşersem ağlamasam. Bir sefer olsa en azından istediğim işi yapardım geç değil mi dediniz hayır çok geç. Yaşım genç biliyorum ama yine de çok geç belki o zaman bile geçti. 

beğenemezsin

Bir fotoğraf görürsün 3 kişi vardır yan yana beğenmek istersin beğenemezsin. Ah böyle olmamalıydı dersin ama işte öyle kalırsın. Yaşlanmaya devam edersin saniye saniye

5 Haziran 2014 Perşembe

bir çok şey yazdım ama aslında hiç bir şey yazmıyorum. hiç bir şeyi yazıyorumdur belki ahaha

Evet küçücük minicik hatta Türkiye'nin en küçük ilçesindeki son günüm şimdilik ileride başka bir görevlendirme çıkmazsa Bayramören maceram da bitti. Eğlenceliydi rahattı ama uzaktı her sabah gidip gelmek dışında güzeldi. Küçük yerler rahat oluyor yine de sabahları hiç bir şey yapmadan zaman öldürdüm. Bir kaç gün içinde iki üç film izledim galiba ama evde tabii hepsi. Baktım şimdi de imdb'ye dört tane izlemişim. Sırayla yazalım.

The Ark

Kısa filmdi bu bayağı güzel 8 dakikalık. İzleyin derim. Bir amca var yazık falan öyle ehehe

Crna macka, beli macor yani Black Cat, White Cat yani neyse anladınız

Kustrica'nın filmi olmakla beraber mükemmeldi. Uzun zamandır böyle gülmüyordum bir filmde. O naif,
tatlı oyunculuklar gerçekten bir filmde yakalaması zor samimiyet dört dörtlük filmdi. Mutlaka izleyiniz bu
filmi eğer şu ana kadar izlemediyseniz. Çok fazla bir şey yazamayacağım zira filmi izledikten sonra üstüne çok fazla bir şey okumadım ya da düşünmedim. Oldukça güzel vakit geçireceğiniz bir film benden size tavsiye 9 / 10

Filmden mükemmel bir sahne için: Pitbulll teriyeeerrr

http://www.youtube.com/watch?v=7dgb7k7m5bM

The Little Shop of Horrors

Evet bu filmin de dvd'si vardı evde bilgisayardan alt yazı ile falan uğraşacağımıza dedik izleyelim. Dvd kapağında da eşek kadar Jack Nicholson'in yaşlılık hali var. Öyle ezberden filmi açtık kısacası sonra siyah beyaz korku filmi çıktı. 1960 yapımı olan filmin yeni nesli korkutma gibi bir ihtimali olmamasına rağmen yine de çok kötü zaman geçirtmiyor. Zira korku türünden(filmin korku türüne girdiği de tartışılır tabii ki bana kalırsa korkudan çok kara komediydi) bir filmin iyi olma ihtimali olmamasına rağmen sık sık yapılan espriler, sınıf farklılıkları filme anlam katıyor. Ayrıca filmin sadece 2 günde çekildiğini de ekleyelim. Dönem filmlerine ilgiliyseniz değişiklik için izleyebilirsiniz. Film daha çok dönemin korku filmleriyle dalga geçiyor(muş).. Jack Nicholson mazoşist bir adamı canlandırıyor ve sadece bir sekansta rol alıyor. O zamanlardan belliymiş iyi oyuncu olacağı Jack abimizin. Son olarak filmin1986'da remake'i olduğunu yazıp bunu da bitirelim. 7 / 10

Welt am Draht yani World on a Wire Türkçeye Yalan Dünya diye çevrilmiş.


Bayağı bir etkilendiğim 1973 yapımı Alman(batı) filmi yönetmeni ise rainer werner fassbinder. keşke oyunculuklar biraz daha iyi olsaydı diye çıldırdım tüm film boyunca. Gerçekten filmi izlerken bizim Yeşilçam sinemalarından birini izliyormuş gibi hissediyorsunuz kamera açıları ve oyunculuklar açısından. Oyunculuklar bu kadar kötü ve abartılı olmasaydı çok çok daha iyi bir film olabilirdi. Senaryosu gerçekten muhteşem ki bilim kurgu zaten sinema alt türlerinden en sevdiğim olanı. Matrix için en sevdiğim film diyebilirim ve bu film ile aralarında oldukça benzerlik var filmi anlatmak istemiyorum. Zamanı olan, bilim kurgu seven ve özellikle Cyberpunk filmlerinden hoşlanan herkes mutlaka izlemeli. Film iki parttan oluşuyor ben ilk bölüm ve ikinci bölümünü ayrı zamanlarda izledim. Konu bütünlüğü tamamen var hatta film ilk bölümün sonundan devam ediyor. Niye bölme ihtiyacı hissetmişler bilmiyorum. Çok güzel bir senaryo. daniel galouye'nin 1964 yilinda yayinlanan counterfeit world veya simulacron 3 isimli bilimkurgu kitabindan uyarlanarak çekilmiş. Kitapları okumadım ama bulabilirsem yakın zamanda okuyacağım. Herkesi bildiğim Dark city adlı kült filmde bu kitaplardan esinlenerek yazılmış. (https://eksisozluk.com/entry/20184194) Değeri bilinmemiş bir film keşke düzgün bir remake'i yapılsa tadından yenmez o vakit. 8 / 10 


Bir de Demir Ökçe'yi bitirdim.

Yemin ederim e-book olayı hayatıma yeniden kitap okutmayı getirdi. Az okuyorum fakat yine de sıfırdan iyidir. Uzun süre neredeyse hiç kitap okumadığımdan şimdi kitap okudukça mutlu oluyorum. Demir Ökçe'den önce Açlık'ı okumuştum ki mükemmel bir kitaptı herkese tavsiye ederim. Demir Ökçe'de iyi bir kitap fakat ne bileyim çok iyi edebiyattan anlamadığımdan tanımlayamayacağım fakat bir eksikliği var. Sanki tam olmamış gibi kitabımız. Ana karakter Ernest çok mükemmelliyetçi anlatılmış bir de anlatımı bayağı bayağı arabesk kitap ortalarda zirve yapmasına rağmen -özellikle bir toplantıda Ernest'in atışmasında söyledikleri gerçekten eğitici öğretici güzel nefis(konuşmayı tam hatırlamıyorum ama okuyanlar bilir)- sonlara doğru o zirveden ivmeli bir şekilde düşüyor. Yine de çocuğum olursa liseye geldiğinde ilk okutturacağım kitaplardan olur. 4 /5

Şimdi de Camus'un Düşüş'üne başladım yarısını bir günde bitirdim, bir hafta içinde bitirmeyi planlıyorum.


Bizden bu kadar diyelim son olarak güzel bir şarkı ve kliple bitirelim



27 Mayıs 2014 Salı

Hable con ella


Cucurrucucu Caetano Veloso "Hable con ella" paylaşan: ozikani



Güzel filmdi liseden beri izlemem gereken filmler arasında vardı ve dün izledim sonunda. Kısmetle ilgili götlü falan ayıp bir atasözü var ama onu yazmayayım buraya. Haa şimdi bunu niye yazdım buraya önce vardı ve kısmet düne kısmetmiş diye esprili cümle yazayım dedim sonra esprili gelmedi pek sonra sildim dün izledim sonunda diye naifff basit ağdasız mükemmel bir açıklayıcı cümle kurunca kısmete falan gerek kalmadı.

Filmi dvd'sinden izledim. Dvd'de özel bölümde pedro almadovar ve charlie chaplin'in kızı filmi anlatıyorlar. Charlie chaplin'in kızının adını aratmaya üşendim evet filmde dans hocasını oynayan kadın işte. Dur lan bakayım ne olacak diyorum ama yok bakmayacağım takıntılı değilim. O özel bölüm gerçekten mükemmel olmuş bir sürü dvd var elimde hepsini kontrol etmesem de izlediklerim arasında hiç birinde böyle şukela bir durum yoktu. Mesela bazılarının özel bölümü var alt yazısı yok ki dingillik bana kalırsa öyle olunca izlemiyorum. Ben de isterdim hatta hayali arkadaşım Tahir de isterdi anamızın karnında olmasa da ana dilimizin ingilizce olmasını ama olmamış nasip değilmiş, öğrenememişiz de adam gibi olmuyor yani kısaca alt yazı olması lazım lan akıp gidiyor yazdıklarım bak filmle ilgili hiç bir şey yazmadım. Neyse o bölüm hakikaten güzel almadovar bahh burda böyle yaptım mükemmelim değil mi şu şarkı çok güzel uuuu çok duygusal falan yapıyor. tamamını izleyemedim ilk 20 dakikasını izledim özel bölümün de kaçırdığım çok bir şey olmadı. Geçelim laka lukadan sonra filme

2001 yapımı İspanyol filmi işte yönetmeni Perdo Almadovar Trivia Pursuit sorusu kaçırmazsınız artık. Filmde dört ana karakter var diyebiliriz ama şimdi yani bundan fazlasını yazsam bence spoiler oluyor. Film kritiklerinin ya da yazılarının izleyene mi izlemeyene mi olduğu konusunda sıkıntı var. Şimdi ben oradaki karakterleri ne olduğunun başını bile yazsam filmin tadını kaçırır ki yazacaklarımı dvd'nin arkasındakiler bile olsa olmaz bana kalırsa. İzlemeyenler önce izlesin sonra geri gelsin hee bir şey yazacağımdan değil geyik yapıyorum fark ettiğiniz üzere ama okumayın bundan sonrasını.

--------SPOİLER----------

LAN KOCA KOCA HARFLERLE dur küçülteyim spoiler yazdık da ne yapayım yani gelip buraya filmi mi anlatayım aptal sinema yazıları gibi öyle yapayım ne olacak anasını satayım. Her neyse film 4 ana karakterden oluşuyor ama asıl 2 erkek karakter Benigno ve Marco oluyor. Film ne anlatıyor diye sorsalar mucize, dostluk ve en göze sokuşundan hastalıklı bir aşkı anlatıyor. Müzikleri filmin enfes on numero diye yalakça diyebiliriz hatta. Görüntü yönetmeni kimse ellerine sağlık. Görüntü yönetmeni ne bokuma yarıyor bilmiyorum cahilim ama bu odadaki renkleri, eşyaların dizilişini kameraya yansıtışından ilgileniyorsa övgü ona yok başkası yapıyorsa ona övgülerimi ilettim. Filmde Benigno adlı yüz yıllardır annesine bakmış bir adam var annesine bakabilmek için dışarıdan hasta bakıcı eğitimi görmüş evi de bale kursunun karşısında. Bak vallahi filmi anlatıyorum dur lan öyle yapmıcam. Benigno adlı baş karakterimiz(uuu çok afilli oldu) evinden içinden çıkmayan, babası tarafından küçük yaşta terk edilen hastalıklı bir karakter ya da bana öyle geldi. Yönetmen başarıları olarak görüyorum ben bu durumları bir yandan da halkı yanlış bilgilendirme. Saatlerce izlediği ve aşık olduğu bir kadının bitkisel hayata girmesiyle ona bakması üstünden yürüyor bir hikaye diğer hikayemiz ise loser'in allahı Marco ki bayağı iyi oyuncuymuş abimizin boğa güreşcisi sevgilisi arasında geçiyor. Tabii tahmin edeceğiniz üzere boğa kadını hoplatıyor sonra kadın da bitkisel hayata giriyor ilk sahnede yanyana oturan Marco ve Benigno hastanede can ciğer kuzu sarması oluyorlar. Şimdi buraya spoiler dedim ya istediğimi yazıyorum. Bu Marco'ya da gelen vurmuş giden vurmuş yazık adama o kadar kadının başını bekledi meğer kadın bunu terk edecekmiş öylesine de çok seviyordu mutlu mutlu. Tabii bunu anlıyorsunuz zira yaşamışsınızdır siz mutlu mutlu bir şeyler anlatırken partneriniz bir şey konuşmamız lazım diyerek asıyorsa suratını zehir tadı gelecektir ağzınıza yakın zamanda. Her neyse Türkiye seyahat rehberi de yazmış ya la Marco. Duyunca aha aha türkiye oldu demeden duramadım yine. Marco ilk ve 10 yılda anca unutabildiği sevgilisinden sonra yine dumura uğruyor boğa güreşcisi sevgilisi tarafından. Meğer o başından beri başkasını seviyormuş falan filan ki başından beri başkasını seviyor demek yanlış ama asıl istediği önceki sevgilisi imiş ki. Şu televizyon programlarıyla dalga geçen parodi mükemmel olmuş diyebiliriz aha hakikaten böyle lan şimdiki televizyon diyorsun ki almadovar'da özel bölümde kendime hak gördüm televizyonların ne kadar aptal yayınları olduğunu göstermeye diyor. Her neyse şimdi vızır vızır geçelim filmi sıkıldım zira bir bok yazdığım da yok arada gösterilen ve Benigno'ya tecavüz düşüncesini aklına sokan sessiz film mükemmel olmuş filmin o kısmında bayağı bir güldüm küçülen aşık idi filmin adı ve ayrı imdb notu olsa 9 verilir o kadar güzel bir parodi idi. Bak parodi falan yazıyorum da sorsanız google'a bakmadan cevap veremem. Her neyse film tabii ki bir mucize filmi tabii ama şimdi diyelim ki gerçek hayattaki bir adamın sevgilisi bitkisel hayata girdi şunu izlese mazallah cinsel ilişkiye girebilir tamam sapıkça düşünüyorum ama Benigno'yu inanılmaz masum gösteriliyor hele ki kadının iyileştirilmesiyle gerçeklikten fersah fersah uzakta bir filme dönüşüyor tabii filmin anlatılışından başından anlıyorsunuz kadının iyileşeceğini ve bu iyileşmenin filmin notundan basit olmayacağını ön görebiliyorsunuz ama bu şekilde sapıkça ve yanlış olan bir durumu iyiymiş gibi gösterilerek anlatılmasa iyiydi. Adam bir kere kesinlikle hastalıklı ve yaptığı asla düşünülemez ama film size öyle bir anlatıyor ki durumu ama iyileşti o hissetmişti iyileşeceğini gibi bir durum oluyor. Benigno ile Marco arasındaki arkadaşlık ise mükemmel ki Marco olmasa bu film bu kadar iyi olmazdı eminim. Çok duygusal bir karakter olmuş Marco ki burada bence biraz kurgu hatası çarpıyor gözlere ya da kurgu hatası demesek de boşluklar kalıyor. Şimdi tamam yıllardır tanıdığın bir adam değil ama Benigno'nun hastalıklı bir aşkı olduğunu biliyorsun ve adamın çocuğunun öldüğünü söylersin ve kadının da durumunda değişme yok dersen ne olmasını bekliyorsun ki onu söylemeye karar verdiği an Benigno'nun intihar edeceğini biliyor ve nasıl işleneceğini bekliyorsunuz sadece. Bence o kadar duygusal anlatılan bir adam Benigno'ya her türlü söylerdi abi böyle böyle oldu diye avukata inanmazdı ki avukatın söylememesi için dedikleri tamamen yersiz. Kadın iyileşti dersen kafayı yer falan diyordu lan niye kafayı yesin asıl iyileşmedi dersen kafayı yer diyemiyor bizim eleman. Avukatla konuşmasına samimiyetsiz hollywood konuşmaları göze çarpıyor ama ben yalan söyleyemem ona ühü ühü avukat: ben söylerim sen rahat ol. Her neyse ondan sonra da kadına niye söylemiyor böyle böyle oldu diye o da bir muamma ben olsam o kadar yas tutarken gidip söylerim kadına hatta eve götürürüm aha bak eve derim işte böyle bir adamdı seni hayata döndüren onu bile yapmıyor dombalak marco ki bence yönetmen anlatımında bu kısımlar anlatılıyordur. Filmin sonunda komadan iyileşen kadının hocası marco'ya ben bale hocasıyım konuşmamız o kadar basit olmaz falan diyor ki bence burada kadının adamın anlattıklarını hatırladığını falan söyleyecek adam hatırlamasa da o bale oyunlarını ya da kısa filmleri bildiğini falan anlatabilir. Filmin sonunda da Marco ile alicia diyerek bitiyor film. Güzel filmdi 10 üzerinden 8'lik bir filmdi ama dediğim gibi bitkisel hayattaki bir hastaya tecavüz ederek iyileştirmek evet masalsı bir anlatım ama hoş değil bana kalırsa sinema bana kalırsa ille de bir sonuca varıcam kafasında olmamalı adam ona öyle anlatarak yıllarca sonra yaşlandıklarını göstererek bitirebilirdi tabii bu daha holivudca olabilirdi ama aklıma gelmese de dediğim gibi daha güzel bir final bulunabilirdi filme. dediğim gibi izledim gayet güzel bir filmdi duygusal ama mucize filmlerini sevmiyorum çünkü benim hayatımda mucize falan yok sonra bekliyoruz bir şeyler olsun diye duvar oluyoruz sonra. normalde şu hikayeyi başka biri yönetse ya da sadece senaryoyu okusam 6 hatta 5 verirdim ama hem çekimler iyi izlerseniz anlayacaksınız hem o aradaki kısa film çok iyi(bukowski'nin 15 cm adlı hikayesinden esinlenmiş olsa gerek) hem de ki en önemlisi müzik hakikaten çok iyi kullanılmış. Sadece üstte paylaştığım şarkıyı hayatımda ilk kez dinlediğimden not 1 puan yükseltilir.


---SPOILER---

Ha bir de Shameless'da ki I find the cure to comas bölümünü paylaşmazsak olmaz gülersiniz hem ama o youtube yasaklıysanız izleyemezsiniz ultrasurf kurun. lan bu bloga girip youtube'a giremeyen yoktur neyin kafasındaysam



Çok acıklı bir hayat

Sigara içmeye dışarı çıktı yaktı ve içine her zamankinden çok çekti ama tat alamadı. Ardı ardına geçen boş yıllar, sosyal paylaşım sitelerinde fotoğrafını çekip paylaşan insanlar, cafcaflı cümleler yazıp kendisiyle dalga geçildiğini bilmeyen insanlar. Sadece sosyal paylaşım sitesi olsaydı hayat katlanabilirdi gizle diyebiliyordu çünkü onlara ya da takip etmeyi bırak. Çok kolaydı sadece bir tuş ama bir tuş yoktu onları görmemek için, onlardan uzak durabilmen için kaçman gerekiyordu. Odasına döndüğünde 5 yıldır gördüğü ve kim bilir kaç yıl daha görmek zorunda olduğu insanların suretleri bırakıp kaçma isteği uyandırıyordu uyandırmasına ama bırakıp gitmeler öyle kolay değildi şiirlerde bahsettiği gibi oysa filmlerde romanlarda neler geliyordu o karakterlerin başına. Gerçek hayat tekti ve en basit anlatımıyla akıp gidiyordu sevdiğin insanlardan uzak ve yapmak istediklerini yapamayarak. Hiç bir şey yapmıyordu çoğu zaman ve bir şeyler yaptığını en ufak yararlı olduğunu hissettiği vakit saniyeler dahi sürmeyecek bir mutluluk kaplıyordu ruhunu yerini derin bir karamsarlığa bırakan. Derin karamsarlığı anlatmak isterdim size ama bence bu yazıyı okuyan herkes biliyordur derin karamsarlıktan anlatılmak isteneni. Çünkü yararlı değildi, yapabileceği bir şey yoktu cafcaflı cümleleri sevmediğinden eskisi gibi yazamıyordu eskiden de iyi yazamıyordu ama iyi vakit geçiriyordu, müzik dinleyemiyor anlamsız geliyor, izlediği filmleri tek yaptığım bu bari bunu bırakmayayım diyerek izliyordu. Artık tek yaptığı işe gidip geçmişe lanet etmekti. Neden kelimesinin hiç bir dilde icat edilmemesini isterdi. Neden diye bir kavram olmasaydı belki de her şey güzel olacaktı. Yıllardır sorduğu aynı neden sorularına geçen zamanla sürekli yenisi ekleniyordu ve karamsarlığına katmer vuruyordu. O derinleşen karamsarlık ruhunda vurguna sebep olacaktı.