18 Aralık 2018 Salı

Nerede kalmıştık?

Hiç bir yerde kalmamıştık ama şu Pessoa'nın Huzursuzluğun Kitabı kadar güzel kitap okumadım herhalde. Başlayalı 1 sene oldu bir türlü bitiremiyorum ama 2 sayfada bir oha adam nasıl cümle kurmuş deyip duruyorum. Başucu kitabı adeta.

"Istırabımın asaleti sadece lafta. Hasta bir hizmetçi gibi sızlanıyorum. Ev kadınları gibi öfke saçıyorum. Hayatım baştan sona yararsız, tepeden tırnağa hüzne boğulmuş."

Hayatım baştan sona yararsız hakikaten. Bir çok insana göre yani ne bileyim yüzdeye vursak belki yukarılardayımdır ama yine de yararsız. Kilometre doldurmak için yaşıyorum sanki. Anlamsız bir hüzün yıllardır yakamı bırakmayan. Alıştım da bu melankoliye artık çok daha az yansıtıyorum etrafıma. Çok daha az duyuyorum neyin var sorusunu? Sürekli iş değişiklikleri, sürekli kurulan hayaller, yerle bir olan umutlar, niye böyleyim soruları? Ne bileyim daha mutlu en mutlu olmak isterdim. Sanki en mutlu olmak için tek ihtiyacım para gibi geliyor ama sanki param da olsa yine mutlu olmazdım gibi geliyor kimi zaman. Ama yok ya param olsa mutlu olurdum. Bilmiyorum.  O zaman karalayayım biraz gelecekti halim okusun da gülsün ya da ağlasın bilmiyorum. Ağlamayacağına eminim de gülmeyeceğine de eminim şöyle söyleyeyim okumayacağına eminim aslına bakarsan. Sadece hüzün çünkü geçmiş yazılar, eski üzüntülü günler diye adlandırdığım tüm o günler hayatımın en güzel günleriymiş gibi geliyor. İleride de aynısı olacak üzülmektense okumayacağım. Keşke gülüp geçsem.

21 Temmuz 2018 Cumartesi

Boyumdan büyük işler


Boyumdan büyük işlere girmeye karar verdim geçenlerde. Boyumun kaç cm olduğu önemli değil zaten boyundn büyük işler de metafor ama boyun 185 cm madem merak ettiniz. Kimseniz siz artık onu da bilmiyorum gelecekti benim büyük ihtimalle o da zaten boyunu bilir. Her neyse boyumdan büyük çok büyük işlere gireceğim. Kafam allak bullak biraz da zehir. Aslında çok zehir hep bu izlediğim filmler yaptı beni. Günlerce kafa patlatıp plan yapıyorum ama harekete geçmek ne bileyim çok uğraş gerektiriyor. Harekete geçmek değil de harekete geçtikten sonra yaşayacaklarımı kaldırabilir miyim o kadar güçlü müyüm bilmiyorum. Beni anlasaydı herkes ne güzel olurdu.

16 Temmuz 2018 Pazartesi

Yıllık izin bitti

Aslında telefonda güzel program var keşke oraya her gün yazsam mesela tatil çok güzeldi. Keşke yıllık izin bitmeseydi falan her gün yazacak bir şeyler oluyor aslında ama yazacak hiç bir şey yok deyip tembellik yapıyorum. Keşke kaçabilsem bir de ülkeden bir de bir sürü bir sürü keşke her şeye keşke. Keşke ve yapacak bir şey yok beynimin içinde en fazla dönen iki şey iki ney öbek söz öbeği hahaha

9 Mayıs 2018 Çarşamba

ne olacak?

-Ne olacak bizim bu halimiz Kazım?
-Ne varmış halimizde?

Sessizlikte kendi kendime konuşuyorum sanki biraz Tutunamayanlara özeniyorum belki de. Ama okumadan önce de konuşurdum kendimle ama adı Tahir olurdu. Ya da yok bilemiyorum. İnsan hafızası çok acımasız. 30 yıllık ömürü bir oturuşta anlatabiliyorsun ve kendin dışında anlattıkların kimseyi eğlendirmiyor. Yine de konuşmak lazım sosyal hayatta daha doğrusu lazım değil de zorunlu. İnsanlar konuşmanı bekliyor oysa ki anlatacak hiç bir şeyim yok. Günlerim birbirinden farklı olsa da kimsenin ilgisini çekecek bir şey yaşamıyorum hatta yaşadıklarım kendi ilgimi bile çekmiyor. Tüm hayatım boyunca çaba göstermeden bir şeylerin olmasını bekledim kimi zaman oldu. Çabasız başardıklarım iyice tembel etti. Konuşabileceğim bir çok insan var ama konuştuğumda kendi kendimden sıkılıyorum karşı tarafa işkence etmenin anlamı yok. Kaybolup gidecek zaten tüm konuştuklarım yazmak daha güzel en azından yazdıkların yerinde duruyor. Artık eskiden olduğu gibi ne üçüncü sınıf hikayeler yazabiliyorum, ne ergen şiirleri sıçabiliyorum. Tek derdim halimin ne olacağı ve bunun ne kadar da sürüp gidebileceği. Bir anda 30 yaşına geldim sanki. Acısız, rahat ama memnuniyetsiz bir 30 yıl. Ortaokulda Teoman dinlediğim günleri özlüyorum, lisede kulağımdan çıkmayan kulaklıkları. İlk bilgisayarı kendi kendime toplayışımı o termal macunu sürerken yaşadığım heyecanı özlüyorum. Geçmişe dair olan her şeyi özlüyorum dünü bile özlüyorum zira malumunuz dün bile geri gelmiyor. Gelecek ise çok yakın. Gelecek an ve an geçmiş kümesine yeni bir eleman olarak katılıyor. 10 yıl sonraki halimden korkuyorum ama hala çaba göstermeden bir anda hayatım mükemmel olacak gibi geliyor oysa ki sağ duyum çok kısa sürede hayatımın alt üst olabileceğini hatırlatıp duruyor. Bir hastalık, kaza ya da ne bileyim sayısal lotoda 5 tutturmak tüm benliğimi yıkıma uğratabilir. Ama değerini bilmiyorum yine de anın. Hiç bir şey yapmadan boş gözlerle etrafı, ekranı ya da insanları izliyorum. Sık sık hayatımın film olması gerektiğini düşünüyorum. Bol ödüllü bir Nuri Bilge filmi mesela ismi de hazır Sıradan Adam. Bazen iş çıkışı eve doğru yürürken etrafımı kontrol ediyorum kamera var mı diye bir kez denk geldim iş çıkışı değil ama pazarda yürürken. Onda da kamera beni çekmiyor birileriyle röportaj yapıyordu. Bağırmak istedim beni çekin beni çekin anlatmak istediğim hiç bir şey yok. Herhangi bir şeyi anlatabilecek yetkinliğim de yok ama yine de beni Sıradan adamı çekin diye içimden avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Ünlü olacağımı sanırdım küçükken etrafımdaki herkesten kafam daha iyi çalışıyordu ama belli bir yaşı geçtikten sonra anladım ki etrafımdaki herkesten kafamın iyi çalışması bana fayda değil zarar getiriyordu. Egom belli bir yaşa kadar şişti şişti şişti ve sonra gerçekler götümü sikti sikti sikti. Sıradan, özelliksiz ve maalesef yeteneksiz en kötüsü de bir hayli kıskanç bir adamdım. Hiç bir görevi layıkıyla tamamlayamamış etrafımdakilerin ite kaka destekleriyle ayakta kalabilmiş bayağı acınası bir hayat.

Yürüdüğüm günlerde bazen kendimle öyle konuşuyorum ki bunları keşke yazsam diyorum ama eve gittiğimde aynı bütünlüğü hatırlayamıyorum. Uyur gezer olmuşum da rüyamda konuşmuşum gibi bölük pörçük sohbetler Tahirle. Bir kaç kez yazmaya çalıştım olmadı. Aklıma anlatacak hikaye gelmiyor. Hep aynı şeyden bahsedesim geliyor ömrünün sonuna kadar işe gitmek zorunda olan sıradan adamın buna nasıl dayanabileceği.

28 Nisan 2018 Cumartesi

gemlik

en sevdiğim ilçe. her gemliklinin bildiği bir sloganla başlamak gerekirse Gemlik'i seviyorum. Her ne kadar ağzına sıçılsa da
her ne kadar serbest bölgenin açılmasıyla amına koyulsa da yine de bulunmaktan en mutlu olduğum yer galiba gemlik. hayatımın ilk
18 senesi aynı evde manastırda geçti. her tarafın zeytinlik, papatya tarlaların olduğu ilkokula gitmek için dimdik bir yokuşu çıktığım
hayatımın en mutlu ama mutluluğumun farkında olmadığım o güzel yıllar. nerden başlasam nasıl anlatsam gemlik gemlik...
ben ilkokuldayken nüfus tabelasının 60 bin gösterdiği yıllardan başlayalım. tüm türkiyenin her ili ve ilçesinde olduğu gibi
gemlikte yemyeşildi özellikle benim büyüdüğüm manastır bölgesinde çok az yerleşim vardı. zeytin ağaçlarının içinde boncuklu
tabancalarla yaptığımız savaşlar vuruldun vurulmadın kavgaları. manastır aile gazinosunda haggar, street fighter, snowball ve
kuşbakışı oynayabildiğin futbol oyunu dışında atari olmasa da geçirdiğimiz güzel vakitler. düğün ya da sünnet olduğunda misafir
gibi gidip kola, fanta almalarımız ki düğün sünnet oluşunu hiç sevmezdik zira sitede bir sürü alan olmasına karşın site içinde
top oynamamız yasaklanmıştı ve saçma sapan bir şekilde dik bir bayırda bir kale site girişi bir kale başka bir yerde yıllarca top oynadık
kolu kırılanlar, arabanın altında kalma tehlikesi yaşayanlar olurdu o zamanlar ama bir topun peşinde gerçekten cıvıl cıvıl koşup dururduk.
keşife çıkmalar, toplu saklambaçlar, gece dışarı çıkıp kendi uydurduğumuz (bico, yakalamalı saklambaç) oyunları oynamamız.
top oynamamızı yasaklayan yöneticinin evine lazer tutuşumuz her çocuk gibi zillere basıp kaçmalarımız ne güzeldi manastırdı.
biz ne güzeldik o zamanlar. hepimiz aşağı yukarı iyi aile çocuğu diye tabir edilen kesimde olsak da tuhaf bir şekilde
şeytan taşlamaca adı altında araba taşladığı da olurdu arkadaşların ben en fazla en arkadaki grupta olarak katıldım ki. şeytan taşlamaca şöyle olurdu
manastır aile gazinosunun (yeni adı mert aile gazinosu oldu) bayırına 3'erli bir şekilde arada boşluk olacak şekilde dizilinirdi
en öndekiler arabalara taş atıp camlarını falan kırardık. kaç kere polis gelmişti de abi bizim ne işimiz olur çingenler yapıyor diye
yalan söylemiştik. ben o zamandan bu saçma aktiviteye karşıydım ama belki de o ilk katıldığım şeytan taşlamacadaki heyecanı
o anarşiyi bir daha  hayatımda katıldığım ilk ve son eylem olan ankardaki gezi parkı olaylarında bacağımın yanından gaz kapsülü geçip de
önümdeki kadını yere düşürünceye kadar yaşamadım. sonra borular çıkmıştı bir ara külah yapıp ucuna iğne koyup camı açık arabalara atardı arkadaşlar
sonra şoförün bunları kovalayışlarını anlatırlardı. bunların hiç birini yapmadım zaten o zamandan babam arkadaşlarımın hiç birini sevmezdi
belki de haklıydı bilmiyorum. her ne kadar türkiye şartlarında bir insanın başarısı bulunduğu konumdan daha ziyade şansla alakalı olsa da
ben galiba bir çok çocukluk arkadaşımdan daha rahat yaşıyorum tabii bundaki en önemli pay lisede çok düzgün insanlarla daha doğrusu hayatımda gördüğüm
benim ben olmamı sağlayan en düzgün insanla karşılaşmış olmamdan kaynaklanıyor ama liseye hemen gelmeyeyim. koca 14 yılı bu kadar kısa cümleye devrik çarpık
sığdırmak hafızamızın bir ihaneti bence bize. black mirror'ın bölümündeki gibi keşke gözümde bir kayıt cihazı olsa da dönebilsem o günlere ama olmuyor.
ilkokuldaki öğretmenimiz de mükemmel bir kadındı ne birimize fıske vurdu ne kötü bir söz söyledi. işini çok iyi yapan dersimli mükemmel bir kadındı.
son öğrencileri de biz olduk zaten. hatırlamıyorum çok uzun zaman geçmiş olmasa belki beynim bana oyun oynasa da bana haksızlığa karşı durmayı öğreten,
yardımseverliği sevdiren kişiliğimin ilk yapı taşlarını belki de o dizmişti. sonra ne oldu bilmiyorum genel olarak hayırsız bir insan olduğumdan yıllar geçti
biz unuttuk özlemle hatırlamaya çalıştık ama bölük pörçük oldu hatırlananlar. futboldu galiba küçükken en sevdiğim şey tabii bir de atari. 99 depremine kadar
her sene gemlikspor'a gidiyordum. kötü de değildim aslında. ilk 2 seneden sonra hep üst yaş grubuyla çıkardım antremanlara günlerce ağlayarak aldırdığım kırmızı okocha lig marka kramponlarımla. kendi yaş grubumda da kaleye geçerdim. 8-10 yaş arasındaydım fakat otobüse
binip tek başıma giderdim stadyuma kadar şimdi artık imkansız. eskiden çok daha masumdu dünya. saat 17'de biterdi son gemlik otobüsü
ömer hoca vardı gemlikspor'da bir de melek hoca ikisi de çok iyi insanlardı bir kaç hocam daha olmuştu ama bu ikisi en aklımda yer edenler. lisansım çıkarılacağı zaman
babamın senden çok daha iyi oynayanlar var karda çamurda top oynamaya(kışın antremanlar çim sahada değil toprak sahada olurdu) gidemezsin demesiyle futbol hayatım sona ermişti. babam
bir yandan haklıydı gerçekten benden iyiler de vardı bir de beni izlemeye gelmişlerdi bir kere hasanağa kampında. daha doğrusu beni izlemeye değil de bursaspordan bir adam gelmişti kamp müdürünü de
çok severdim beni izlemesini söylemişti. adam bana sen çok çirkef oynuyorsun hakem bakmıyorken sürekli tekme atıyorsun falan futbol böyle oynanmaz dediğini hatırlıyorum. o küçük halimle yan ilçeye maça gitmiştik de
karşımdaki çocuğa direkt tekme atmıştım da çocuk topu eline alıp vurdu demişti ama hakem bakmadığından biz el kullanmıştık. çocuk çıkışta seni dövdürcem dediydi de çok korktuydum. o zamanlar çok hırslıydım galiba bir de
kazanmak için her şeyi yaparım düşüncesindeydim öyle hatırlıyorum. babamın futbol hayatıma son verişi aklıma geldikçe hala canım yanar.
oysa rüyaya dalmadan önce hep futbolcu olduğumu hayal ederdim. şimdi büyüdüm 9 aylık bir bebeğim oldu şimdi o küçüklük hayallerimi çocuğum için kuruyorum. pessoa'nın dediği gibi
"kendime kızmam, çünkü kızgınlık güçlü insanların harcıdır; kendime boyun eğmem, çünkü boyun eğmek soylularına harcıdır; susmam da, çünkü sessizlik yüce varlıkların harcıdır.
oysa ben ne güçlüyüm, ne soylu, ne de yüce. Acı çekerim ve hayal kurarım."

ilkokulda hayal meyal sevdiğim kızları hatırlıyorum o bacak kadar halimizle hemen karşı cinse ilgi duymayı görerek mi öğrendik bilmiyorum ama isimlerini hatırlamasam da (hatırlıyorum da yazmıyorum hehe)
acaba o da beni seviyor mu diye düşünülerek geçen vakitler. yazları denize girmek tehlikeli ve yasaktır tabelasının önünde denize girişlerimiz. iznik gölünde yılanlarla beraber yüzmeyi öğrenmem. ne güzeldi o iznik gölünün
çamlık piknik alanları ahh ahh orayı da yıkacaklarmış galiba. 3. sınıfta bulut dershanesine gittiğimi sene sonunda ilk 3'e girdiğimi ücretsiz kayıt hakkı kazandığımı ama dershanenin o sene kapandığını
anadolu lisesi sınavlarına girişin de kaldırıldığını biliyorum ki bunu kaldırmasalar daha iyi bir insan olurdum gibi geliyor. her neyse 99 senesindeki deprem tabii
unutulmuyor. tam depremden 1-2 saat önce tatilden döndüğümüz ve ranzanın üstünde yine hayaller kurarken olan deprem. depremin olduğu gibi ablamın vınn diye babamın yanına kaçışı
üst üste konulan komidinler yere düşüşü ve ranzanın üstünde bildiğim bütün duaları okuduğumu hatırlıyorum. şu ana kadar belki de ölüme en yakın olduğum vakitti. bir gün falan konuşamadın derler.
ama deprem sonrası hasanağa kampında bir sürü yeni çocukla top oynayışlarımız daha güzel anılar. dışarıda yanyana bir sürü aile yatardık döşekleri serip. hasanağa kampı var tabii bir de ilk öpüştüğüm kızın olduğu. gemlikliler
bilir hasanağa kampı ve karacali kampı vardı. hasanağa'ya galiba para vermeden gideblidiğimden 2-3 sene gitmiştim oraya sabahları odalara falan puan verilirdi. akşamları alarma müziği eşliğinde dans edilirdi sabah kalkıp yürüyüş yapılırdı.
her ne kadar ben 3 ya da 4. gününde ağlayarak 1 gün evde kalsam da son 2 günü yine giderdim. son günde ateş yakılıp böyle yuvarlak yapılıp bir şarkı söylenirdi. bu hasanağa kampı zamanları büyük ihtimalle ortaokul olmalı
fakat hafıza o kadar kötü ki koca yılların yerini az buz da değil diğer koca yıllarla karıştırabiliyor. hasanağa kampı yılları güzeldi üstümden fowler formamı çıkarmadığım o güzel yıllar.
şu an tüm çay bahçelerinin yıkıldığı merkezde gemiler ve kamyonlar olurdu oranın o keşmekeş halini hep özlüyorum. o koca koca gemilerden vinçlerle konteynırların indirilişi ne de ilgimizi çekerdi küçükken.
her gemlikli çocuğun bildiği güzel atari salonu vardı. her ne kadar ben çok az gidebilmiş olsam da zira manastırda oturduğumuzdan gemlik merkezin hiç bir güzelliğinden faydalanamadık.
güzel atari salonu bayağı büyük bir ateri salonuydu. bir de bayraktar 2 düğün salonun karşısında vardı bir ateri salonu. orada düğün sünnet olmasını çok isterdim. izlemesi bile güzeldi oynayanları.
ne kadar bölük pörçük bir yazı oldu ilk gemlik yıllarıma dair hatırladıklarım bunlar zeytinliklerin sardığı, yaşil bir gemlik, denize girilmese de kokmayan bir deniz, limandaki gemiler, gemlikspor ve atari salonları.

ve lise yılları celal bayar anadolu lisesinde geçen o mükemmel 4 yıl. mükemmel dediğime bakmayın o zamanlar bana biri sorsa
dünyanın en mutsuz insanlarından biriydim. gemlik'in de yavaş yavaş çirkinleşmeye başladığı yıllara geliyordu. lisedeki anıları anlatmaya gerek yok onu
okulun başlığında bir ara yazacağım. lisede karşıma çıkan iki insan tüm hayatımı değiştirdi. biri ingilizce öğretmeni gaye hoca ki kendisi sayesinde
düzgün müzik dinlemeyi, kitap okumayı ve en önemlisi televizyonun kötü bir şey olduğunu öğrendik biri de hep yanında oturduğum sıra arkadaşım. Mert beni çekip toparlayan eminem dinlerken metallica, pink floyd
kasetleri veren, kitap verip al şunu oku diyen, beraber grup kurup benim berbat sesime katlanan, ilk alkolümü aldığımda, ilk sızdığımda hep yanımda olan adamdı. 99 şubatta eve giren bilgisayarla artık futbol
ikinci plana düşmüştü hala top oynamayı çok seviyordum ama futbolcu olamayacağım kesindi. ne bileyim ya bu yazı istediğim gibi olmuyor. taslak olarak kalsın düzeltirim belki de hiç yayınlamam.


buraya kadar okuduysanız ses verin la bence kimse okumuyor burayı hahaha. çok düzeltiecek yer var. yazdım bir kere bile dönüp okumadım sorna toparlarım diye. kimle konuşuyorsam doğrusu öyle işte.

10 Şubat 2018 Cumartesi

Yazasım geldi sanki bir an

Şu aralar Pessoa'nın huzursuzluğun kitabını okuyorum ya sürekli bir yazasım geliyor. Hatta gücüm ve yeteneğim olsa o şekilde bir kitap yaratasım geliyor ama yetenek konusunda sıkıntılarım var. Bir de düşünsenize yüzlerce sayfa yazı yazıyon 10-15 kişi okuyor kafayı yersin ben yerim yani yazdıklarım ben öldükten sonra kesin değerlenecek diyen 1 milyon kişi varsa gerçekten ölümsüz olan 10 kişi yoktur herhalde. Ben de o 990 bin 990 kişiden biriyim anlayacağınız fakat farkında olduğumdan mütevellit zaman geçsin diye yazıyorum çoğu zaman fark ettiyseniz artık ne delere ne kilere hatta noktalama işaretlerine bile takmıyorum. zira bu sayfa daha çok özel bir günlük gibi açalı 10 yılı geçmiştir belki 10 yılı geçmese bile 10 yıldan yaşlı çocukluk yazıları var doğrusu şimdi bakmıyorum hiç birine baktığımda utanıyorum ama ileride zengin ve mutlu bir insan olduğumda -hahaha- dönüp bakacağım ve o günler olmasaydı bugün bu halde olamazdım diyeceğim.

Canımızın sıkıldığı konusunda hemfikiriz. Çalışan bir insanın mutlu olamayacağı konusunda da hemfikiriz. Bu bataklıktan loto toto piyango -onların da devretmesi lazım- gibi muazzam bir şans vurmadığı sürece çıkamayacağımız da kesin. Peki ne yapmalı? Burada bırakın hem fikiri tek bir fikir bile yok. Zira yapacak bir şey olmadığı konusunda hem salağından akıllısına sevdiğimden sevmediğime herkes benzer şeyleri söylüyor. Mesleğe başladığının ilk yılı zor geçer sonra alışırsın demişlerdi. ilk sene geçti iş değiştirdim sonra bir daha değiştirdim şimdi Kızılay'da 3. senemdeyim ama sanırsınız ki 25 yıldır çalışıyorum. tükenmişlik sendromunun tanı kriterlerini bilmiyorum ama tükendiğim ya da tükeneyazmak konusunda tüm akademisyen ve bu hastalığı götünden uyduran kimse onunla iddialaşabilirim. Zamanımın 6-7 saatini uykuda, 10-12 saatini işte geçirip yılda ardışık toplam 15 gün izninin olduğu bir hayata alışabilmek demek benim için beynini aldırmak ya da beyindeki düşünme, gerçeklerin farkında olmaktan hangi kısım sorumluysa oranın bir anda kapanması yani gevurcası shut down olmasıyla gerçekleşebilecek bir durum. Bir de böyle secret tayfası var secret da okumadım ama genel olarak tüm o kitap ve düşünce tarzını diyorum. sen iyi düşün iyi olacak. kendi hayatını kendin şekillendiriyorsun falan. boşuna kendine zindan ediyorsun, çok söyleniyorsuncu tayfa. bu tayfaya bir sözüm var bence sorun ben de değil sizin kabullenişinizde. hayır neyin iyisini düşüneyim ortada iyi düşünülebilecek tek şey benden daha kötüleri var. ulan benden kötüleri var deyip sevinecek kadar vicdansız olamıyorum. benden daha kötüleri var deyip üzülüyor benden daha iyileri var deyip yine üzülüyorum. bence normali bu. insan gibi yaşamıyoruz amına koyduğumun hayatında. tüm sorunda bu internet böyle pıtır pıtır her şeye ulaşabilmek. televizyon, internet. 1800lerde falan yaşasaydım köyünden hiç çıkmayan sıradan bir dayı olurdum. şansın yaver giderse o zamanlar şöhret basamakları falan da daha kolaymış üstelik tabii o zamanlar da para lazımmış ama benim gibi bunu okuyan varsa evet bizim gibi alt-orta tabaka için böyle her şeyi bilme imkanının olması, her şeyi görebilme imkanının olması benim hayatımı literally paramparça etmekte dostum. haahahahaha. mesela gidiyorsun Amsterdam'a 4 gün kalıyon. sonra aklında suçumuuuzzz neydi bizimmmm feryadııımmm tanrıyaaa sana son sözümmm gülüüm elveda elvada diye şarkılar çalıyor. açıp Amerikan dizilerine bakıyorsun, gevurun çalışma şartlarına bakıyorsun. lan sirk hayvanı gibi yaşıyorum daha 5 sene oldu onlarca sene var daha yarısının yarısı bile bitmedi breaking waves'deki gibi öyle içten dua ediyorsun ki artık bir yandan da korkmaya başlıyorsun felç falan kalacağım diye ki bence bir insanın başına gelebilecek en kötü şey felç kalmak bunda kesin hemfikiriz. neyse bakın durumum şuydu

29 ocak: 9 saat iş + 1 saat yol = 10 saat
30 ocak: 9 saat iş + 1 saat yol = 10 saat
31 ocak: 9 saat iş + 1,5 saat yol = 10,5 saat
1 şubat: 10 saat iş + 1 saat yol = 11 saat
2 şubat: sabah 3 saat ders ardından 9 saat mesai + 1,5 saat yol = 13,5 saat
 3 şubat: TATİLLLLL HOLEYY,
4 şubat: 10 saat iş+ 1 saat yol = 11 saat
5 şubat: 10.5 saat iş + 1 saat yol = 11.5 saat
6 şubat: 9 saat iş + 1 saat yol = 10 saat
7 şubat:  9,5 saat iş + 1 sat yol = 10.5 saat
8 şubat: sabah 8 akşam 4 ders + yarım saat yol = 9 saat
9 şubat: sabahtan 2 saat ders + yarım saat yol= 2.5 saat
10 şubat: 11.5 saat iş + 1.5 saat yol = 13 saat
11 şubat: 9 saat iş + 1 saat yol = 10 saat


böyle gidiyor hayat hadi ders olayını kendim ettim kendim buldum. abi böyle yaşanır mı? telefon alcaz araba alcaz diye böyle hayat mı olur? para oldu mu almadan da duramıyorum kenara falan atsaydım 5 yıldır atsam da pek bir bok olmazdı doğrusu elimde ama. işi bırakıyorum desem 2 ay sonra aç kalırım anasını satayım. kanadaya mülteci olarak mı gitsek ki napsak? neyse ben hayallere dalayım bahçeli evim olsun, oğlum çok yetenekli futbolcu olsun 35 yaşında emekli olsun. hayat güzel olsun yüzüm gülsün içim sıkılmasın. bir anda işimi sevmeye başlayayım. bir işe yarayayım mesela. işe yaramak önemli çünkü.
 

22 Ocak 2018 Pazartesi

Bilincimi akıtayım biraz buralara

Bilinç akışıymış öğrendim bugün öğrenince dedim ki zaten ben de hep öyle yazıyorum ama nokta var ben de buraya nokta da koymayayım nokta koymadan da pek zor yazmak doğrusu yazacağım bir şey de yok sinirliyim çok kendime hayata bu hale nasıl düştüğüme dair bir sinir o kadar güçlü bir hoşnutsuzluk duygusu ki bu bir şeyleri kırasım geliyor mesela kafamı ama götüm yemiyor genel olarak hiç bir şeye götüm yemiyor sürekli bir şeyler alma ekseninde geçiyor hayatım bir de kafamı güzel etmeye çabalamakla hobim yok vaktimi sevinçli geçirmeme yarayacak bir şey yok ne yaparsam yapayım motivasyonum hemen bitiyor başımı alıp bir dağda yaşamak istiyorum çoğu zaman ama dağ sıcak olacak yemek yapmakla uğraşmayacağım ve internet de olacak çabalamaktan bıktım çabaladığım şeylerin hiç birinin sonuç vermemesinden bıktım zihnim kalbim sanki unufak olmuş ne bir şey hissediyorum ne de bir şey düşünebiliyorum böyle bir noktaya gelmek hoş değil geçmişe dönmek istiyorum herkes gibi lise yıllarına tek derdimin kadın olduğu o kendimi beğenmiş her şeyi başarabilirim dediğim kafaya her geçen yıl bir öncekinden bunaltıcı her geçen yıl bir öncekinden daha mutsuz ne okuyabiliyor ne izleyebiliyor ne çıkarım yapabiliyorum herkes memnun olmalısın halinden diyor ama memnun olamıyorum keşke recep ivedik'e ben de gülebilsem diyorum keşke bu hayata sıkışıp kalmasaydım keşke ölümsüz olsaydım ya da hemen ölseydim diye düşünüyorum hayatın bana yaptığı torpiller yetmiyor hep daha fazlasını istiyorum iyi biri olmaya çalışıyorum ama içten içe her şeyi yok etmek istediğimi elimde olsa dünyayı kara deliğin içine atacağımı biliyorum adım sanım ünvanım tanınmışlığım yok sıradanlık ama herkes gibi olamadan sıradan olmak midemi bulandırıyor hemen hemen herkesten nefret ediyorum herkes herkesten nefret ediyor çünkü rol yapmaktan sıkıldım deliler gibi hepinizin amına koyayım diye bağırmak istiyorum yapabileceğim bir şeyler var ama yapamıyorum gücüm yok bir gaz ile yaptığım hiç bir şey istediğim sonucu vermedi hayal kurmak istemiyorum bir anda ölmek çok mutlu ederdi herhalde beni ama sadece edilgen olmam lazım bu ölüm olayında her geçen yıl her şey daha boka sarıyor bir de saatlerce ağlayasım dağa taşa bağırasım var