10 Mart 2008 Pazartesi

Terse doğru yol alır otobüs / 12 Ocak 2008

Arkamda bir çok kişiyi, duyguyu bırakıp içeriye adımımı attım. Ağlayanlar, ağlamamak için kendini tutanlar, kendini kötü hissetmemek uğruna uğurlayanlar, yerdeki izmaritleri toplamaya çabalayan ve yere atılan her çöp için küfretmesi gerekirken usulca, umursamaz bir şekilde yerleri süpüren temizlik görevlisi; kısacası herkes farketsin ya da farketmesin beni yolculuyordu. Sevdiklerim farkındaydı beni yolcu ettiklerinin, diğerleriyse başka birine el sallarken; göz yaşlarını dolaylı olarak benim için de döküyorlardı. Hayır, ölmemiştim sadece otobüse binmeye hazırlanıyordum. Çok ortak yönü olsa da bir cenaze töreniyle; günde milyonlarca kişinin yaptığı sıradan bir otobüs yolculuğunu anlatmaya çalışacağım.

“Şüphesiz ki yaşamı tersten yasamak daha güzel,
Hatta mükemmel olurdu.”

Demiş Can Yücel... İşte böyledir otobüs yolculukları; hazırlık evresiyle cenaze törenimizi, yolculukla yaşamımızı, inişimizle doğumumuzu yaşarız.


Uzun bir otobüs yolculuğu için merdivenlerden ağır ağır çıktım. Geri dönmek, perde perde solan yüzümün eskisi gibi ışık saçmasını, gözlerimin neşeyle bakmasını isterdim. Bir kez olsun sorsalardı derdim ki; istemiyorum tersten yaşamak, binmesem otobüse, gitmesem yanınızdan, alsanız beni tekrar kucağınıza izin verin tekrar edeyim yaşadıklarımı doyasıya…

5 basamaklı merdiven bitmişti. 05 numaralı koltuğun yanına gittim ve annemin hazırladığı yolluğu, babamın üşümeyeyim diye yanıma koyduğu kazağı güzelce yerleştirdim Uzun bir yolculuğun başlamasına az kalmıştı. Cam kenarındaki koltuğuma oturmuş; otobüsün içinde olanlara değil de dikkatimi dışarıda meydana gelenlere vermiştim. Tüm yolculuk boyunca böyle devam edecekti yaşam, yapabildiklerimi değil de yapamadıklarımı elimdeki fırsatları değil de elde edemeyeceklerimi izleyecektim.

Dışarıda duran babam, tüm “lütfen gelme” bakışlarıma rağmen dayanamayıp otobüse 8. kez biniyor. Gözlerinden otobüsten inmek istemediği, benim uzaklara gitmemi istemediği okunsa da 8. Kez oturduğum yeri, üşüyüp üşemeyeceğimi, rahat edip etmeyeceğimi kontrol ediyor ve tekrar otobüsten inmek zorunda kalıyor. Sanki tabutuma sarılmış “gitme, yanımızdan ayrılma” deyip göz yaşlarını yanaklarıyla kavuşturmamak için kendini zor tutuyor. Annemse eğer otobüse binerse bir daha inemeyeceğini bildiğinden tüm bu olanları dışarıdan izlemeyi yeğliyor ve otobüse binip; son kez soluk yüzümü görmeye cesaret edemiyor. Daha çıkmaya başlamadan yola; gözlerinden hemencecik -belli olmamak için- süzülen yaşlarla dua ediyor. Bense, hareketsiz bir şekilde gözlerim kırmızı noktaya odaklanmış oturuyor ve 4. Otobüs yolculuğumun başlamasını bekliyorum. Dışarıya zoraki gülücükler yollamayı ihmal etmeden heyecanla yanıma birimin oturmamasını diliyorum, yolda rahatça uyuyabilmek için…

Otobüsün kalkma zamanı, öğleden sonra saat 5... Tabuttan usulca kalkıp; yaşam içindeki tersten yaşamıma başlıyorum. Ailem ve tüm tanımadıklarım otobüsün dışından el sallıyorlar. 1 kova suları yok arkamdan dökecek belki ama sevgilerini iliştiriyorlar her tarafıma, gittiğimde döneyim diye değil de gittiğimde özlemeyeyim diye. Arkamda onca kişiyi bırakıp başka bir diyara, başka bir boyuta yeni bir hayata yol alıyorum. Otobüs boş sayılacak şekilde kalkıyor. Her koltukta birer kişi, herkes yalnız. Kimse kimsenin yanına oturmak istemiyor. Oysa otobüs her ilde duruyor her ilde yolcu alıyor ve zaman geçtikçe otobüs doluyor. Her terminalde git gide artan; konuşmalar, horlamalar, yemek sesleri birbirine karışıyor. Hayat geriye doğru sarıyor otobüs yolculuklarında. Her koltuk doluyor etrafımdaki; bir tek benim yanımdaki koltuk boş koridor tarafına bakan… Kimse yanıma oturmak istemiyor. Belki yanımdaki koltuğa koyduğum çanta yüzünden belki de etrafa yaydığım negatif enerji yüzünden kimse yanıma oturmaya kalkışmıyor. Otobüse, bir başka terminalden bir başka biri giriyor. Etrafa bakıyor, omzundaki çantasıyla bana doğru yaklaşıyor. Gözlerinden anlıyorum yanıma oturmak istemediğini ama başka çaresi olmadığını biliyor; elindeki bilet benim yanımdaki koltuğu gösteriyor. Yalnız geçmeyeceğini ben de onun kadar biliyorum bu otobüs yolculuğunun…

-Merhaba diyor
-Merhaba
-Galiba buraya oturmam gerekecek.
-Tabii buyurun.

Üstünde kocaman 09 yazan çantası telefonumun son iki hanesini, bakışları ise aynayı hatırlatıyor.

Horlama seslerinin arasında kaybolan kelimelerimizi yakalıyoruz. Otobüste ikimizden başka kimsenin bilmediği bir sürü olay anlatıyoruz önceki yaşantılarımızdan. Biliyoruz ki otobüsten indiğimizde birbirimizi bir daha asla görmeyeceğiz, adlarımızı bile hatırlamayacağız işte bu yüzden birbirimize bu kadar güveniyoruz. Beraber uyanıyoruz, aynı anda koltuklarımızı yatırıyoruz. Bacaklarımızı birbirimize değdiriyor, konuşurken gözlerimizi birbirimizden sakınmıyoruz. Kimi zaman istesek de durmasını zamanın otobüs devam ediyor yolculuğa otobüs doğruca gidiyor başlangıca… Otobüs gittikçe bir hayatı beraber geçirdiğim ama hiçbir şey paylaşamadığım insanlardan bazıları otobüsten iniyor. Bazı insanlar –yolun başında yüzünü hiç bilmediğim- otobüse biniyor. Binenler inenler, gidenler gelenler herkes birbirinin yerini dolduruyor. Otobüsteler hayatımdalar ama haklarında hiçbir şey bilmiyorum. Bir göz teması belki, bir çoğuyla o da yok… Oysa otobüs aralar veriyor; tanışmamız için, birbirimizi sevmemiz için. Ama ben yanaşmıyorum kimseyle tanışmaya, yürüyerek oturmanın verdiği sıkıntıyı atmaya çalışıyorum. Aralarda tuvalet molaları veriyor tüm pisliği çıkarıyor; yüzümü yıkayıp kendime geliyor sonra otobüsteki yerime yeniden yerleşiyorum. Koltuk arkadaşımla eskisi gibi konuşmuyorum tecrübelerim her konuşma çabamda terkedileceğimi hatırlatıyor. Daha ihtiyatlı daha bir mesafeli yaklaşıyorum artık yanımda oturan kişiye. En başından beri hiç peşimi bırakmayan uyku, bu sıralarda gözümü açık tutmakla yükümlü tüm askerleri haklayıp göz kapaklarımı yavaşca kapatıyor. Gözlerimi açtığımda otobüsün son durağa yani benim durağıma geldiğini anlıyorum. Yanımdakinden iz yok hayal meyal hatırlıyorum yüzünü. Otobüsten indiğimde beni bekleyen kimse olmuyor. Benim yeni bir şehre ayak bastığımın kimse farkında değil… Aldırmıyorum yavaşca yumurtanın içine geri dönüyor ve evime doğru yola koyuluyorum.

*Can Yücel’in yazısı için

http://forumpasaj.com/index.php/topic,2533.0.html



"Tutanamıyorum be burda; olmuyor yapamıyorum. Elimde kalıyor her el attığım ama her şeye rağmen demek lazım yine de olduğu kadar"
"Cümlelerimi pek beğenmedim ama olduğu kadarını koymak istedim. Affınıza artık"

0 yorum: