29 Kasım 2012 Perşembe

snoopy'i çok severdim ama anlamazdım.




Duymayabiliyoruz ama ne yaparsak yapalım gözlerimiz görüyor. Tamamımız çalışmıyor ama çalışan çok kişi var. Zaman zaman aklıma geliyor tanıdığım ölmüş insanlar. Sonra hiç bir şey olmamış gibi çıkıyorlar.


6 Kasım 2012 Salı

çok fazla içer oldum

kötü oldu yani aslında.
bağımlı gibin değil de

23 Ekim 2012 Salı

zor

Yazdıklarını okuduğunda o kadar içten tebessüm etmişti ki her şey için çok geç olduğunu bildiğinden durgunlaştı. Hala nasıl mutlu olacağını düşünüyor. Ne yapmalıyım diye iç geçiriyordu. Bir filmde ya da kitapta değildi. Bazı zamanlar kendisini akılda kalabilecek hiç bir süslü cümlesi olmayan sıkıcı bir oyunda hissetse de onun asıl ihtiyacı bilim kurguda yaşamaktı. Aynı sahnenin üstünde sadece dekor değişiklikleri değildi istediği bir gün jüpiterde bir gün 1800lerde yaşamak istiyordu. Çok üzüldü ne benzetmelere ne de üçüncü sınıf örneklere ihtiyacı vardı. Tüm insanlar nasıl çok üzülüyorsa o da aynı şekilde çok üzülmüştü. Ne kadar benzediklerini, yerli yersiz kurdukları komik hayalleri, o ufak ellerle kirpiğe dokunuşları, telefonla konuşurken uyuyakalmasını hatırladı ama yıllar geçmişti. Şimdiyse yarına kadar Nasreddin Hoca resimleriyle dolması gerken boş kağıtlar vardı çalışma masasının üstünde. Eşeğe ters binen, göle maya tutan gülümseyen beyaz sakallı tontiş bir dede. Zor değildi yıllardır çocuk kitaplarına resim yapıyordu. Bir öyküden beklendiği gibi çok üzgün olduğundan dolayı çizememezlik yapmadı. Çünkü o sizden ve benden biriydi. Kalemi yavaş yavaş hareket ettirmeye başladığında gündelik hayatına dönecekti. Resmettiği beyaz sakallı dedeyle yıllar sonra karşılaştığında ona üzgün gözükmeyecekti. Nasreddin hoca aynı Nasreddin hocaydı. Hayatı ise tüm Nasreddin hocalar birbirlerine nasıl benziyorsa başkalarının hayatına öyle benziyordu. Çok fazla insan vardı ama hissedilebilecek duyguların hepsi yazılmış, çizilmiş, film edilmiş, gitarla sazla söylenmiş defalarca değişik şekilde anlatılmıştı. Sonuç olarak ise hepsi aynıydı onun için. Hayatının sadeliği zaman zaman kendisini rahatsız etse de bu bahsettiğimiz küçük zamanlar haftada bir saatten fazla zamanını işgal etmiyordu. Çünkü gündelik hayat çünkü o rutin eylemler tüm zamanını işgal ediyordu modern insanın. Oysa ki küçükken daha çok zamanı vardı. şimdiyse tek isteği onu tebessüm ettiren cümlelerinden dolayı kör kütük sarhoş olma isteği Nasreddin hoca gibi berbat bir mizah anlayışıyla yaratılmış bir karakteri resmetme zorunluluğundan dolayı yalan oluyordu. Ve biliyordu ki Nasreddin hocayı çizmeyi bitirdiğinde asla şimdiki gibi üzgün olmayacak asla bu kadar içmek istemeyecekti. Evet hayat ona acımasızdı, herkesinki gibi bir hayatı olmasına rağmen mutlu değildi. Belki de kimse mutlu değildir sonucuna ise  ortalamanın hayli üstündeki gözlem yeteneği yüzünden varamıyordu.

1 Ekim 2012 Pazartesi

ribirip kadın doğum

bu beyaz sayfayı gördüğümde eğer saçma bir şey yazacaksam genellikle 'Durdu' diyerek başlıyorum sonra siliyorum.

Durdu. Hatalarını düşündü, çok fazlaydı vazgeçti. 


Çok güzel bu şarkı öyle böyle güzel değil yani. Yapılacaklar listemin üst sıralarındn biri Edinburgh'da bu şarkıyı dinleyerek dolaşmak. Sözleri de bir güzel ki sormayın okuyunca beyninden vurulmuşa dönüyorsunuz ki beyninden vurulmuş deyimi o kadar kıytırıktır ki hiç sevmem. Ama oldu yani bana. Mesela şarkı böyle dın dın başladığında I’m helplessly needless, and needless to say I owe you diyor sonra da just once more chance too see your face diyor ya amanın diyorum ben mesela. Bir mucize olsa falan olmuyor tabii niye olsun ki peygamber değilim zira. Gösteri peygamberi olabilirdim ama şöyle de bir şey okudum yazayım

"Anlamadığın şeyi her tarafa çekebilirsin."

Bazen anlamamak iyidir mesela ama olmaz. Şimdi düşünün bir durum var. Öyle olduğundan emin gibisiniz ama ikinci kişiye sormadan asla emin olamıyorsunuz. Ama emin olursanız çok üzüleceksiniz. Mantıklı olan sormamaktır güzel olan öğrenmemektir. Ama insanın içi içini yer öğrenmek ister o ufacık umut belki öyle değildir der. Ama sonuçta emin olduğunuz şey doğrudur. Sormayın diyeceğim ama yapamayacaksınız sorup öğreneceksiniz ve üzüleceksiniz. Asıl soru ise şu merak ettiğim insan her zaman merakına yeniliyor. En amiyane tabiriyle aptalca soruyor öğreniyor ve üzülüyor. Oysa ki öğrenmemek daha iyidir bazı şeyleri. Hep şöyle düşünmüşümdür hayatta herkes benim arkamdan konuşabilir duymadıktan sonra benim için hiç sorun yok. Zira duyunca insanın siniri bozuluyor çünkü doğruluk payı az oluyor. Yani azıcık doğruluk payı oluyor ama gerisi tamamen kurgu oluyor. Sonra insan ister istemez anlatmaya çalışıyor hayır öyle olmadı diyor. 8 seneden beri aynı şeyler başıma geliyor. Oysa ki eskiden daha sağlam bir duruş sergilerdim kimseye bir şey anlatmak zorunda değilim. Onlar doğruyu bilmeyi hak etmiyorlar derdim. Sonra büyüdüm tabii nedense insanlarla daha fazla iletişimde oldum. İletişimde olduğum insanlara özendim içten içe sonra acınası bir şekilde arkamdan konuşulanları öğrendiğimde anlatmaya çalıştım. Belki de ergenken daha fazla istediğim insandım. Şimdi sadece lafta kalıyor söylediklerim. 

Daldan dala atlayan sincap gibiyim ama daha mutlu olduğum günleri hatırlıyorum. Beynimden alınmışa dönsem diyorum keşke nerede hata yaptığını bilmek çok kötü bir duygu. 

Mesela şimdi Kadın doğum nöbetindeyim. 

"O güzel şeylerin arayışı yok mu? Bir aldatmaca. Bir klişe. Çiçekleri ve Noel ışıklarını sevmeye programlanmışız. Genç ve güzel birini sevmeye. İspanyol dizilerindeki koca memeli ve sanki ortadan üç kez burulmuş gibi incecik belli kadınları."

Yazmama gerek yok çünkü her kitapta tam da anlatmak istediğim 3-5 cümle buluyorum. Belki daha kişisel anlatabilirim. 




Heee bundan sonra resim falan koyacağım buraya beğendiğim. Bu üstteki Charles Meryon'un Ministere De la Marine resmi mesela. 


18 Eylül 2012 Salı

ulan

her kafam güzel olduğnda ve hapşuracak olduğumda korkuyorum ha siktir ölücem diye.
nedir bu ölüm korkusu arkadaş kafamızı yaşayamıyoruz. hehe

15 Eylül 2012 Cumartesi

Film falan izliyorum öyleyse yazayım

Midnight in Paris izledim çok güzeldi hatta bir süredir Hollywood yapımı diyebileceğimiz bu kadar güzel bir film izlememiştim her ne kadar Fransızları ve Paris'e karşı öyle büyük bir sevgi beslemesem de filmin anlatış tarzı o masalsılık çok çok güzel olmuş. Böyle kalbimizin tın tın tellerine dokundu vallahi mutlu etti bizi.


Carlos diye bir de belgelselli biyografili dizi var. Belgesel değil tabii onu ben uydurdum. Her neyse Çakal Carlos'un hayatını anlatıyor falan. Bu da izlenebilir heyecanlı falan vurdulu kırdılı gaza falan geliyorsun. Bir de en azından dönem olaylarını az da olsa öğreniyorsun eğer gaza gelip googlelarsanız bayağı bir bilgi de bulabilirsiniz. Carlos biraz göt gibin piç gibin gösterilmiş tabii filmde kapitalist düzenin bir oyunu mudur yoksa harbiden göt gibin piç gibin bir adam mıdır ayrıntılı araştırmadım mesela ben. 

7 Eylül 2012 Cuma

Doi



Şöyle güzel bir şarkı var grubun Sing the bot Electric adlı albümleri de nefis bir post rock albümü olmuş. Bulabilirseniz dinleyin derim. Ankaraya gideceğim ben şimdi mesela her şeyi dert ediyorum etmemem lazım biliyorum. Bir şeyler yapmalıyım düşüncesi çok rahatsız ediyor artık

şimdi sinirlendim ya ben

çok büyük orospu çocuklukları dönüyor mesela fakültede. tanıdığımız yok ya istediğimiz hiç bir iş olmuyor. şerefsiz bir adam oluyor üst düzey yetkili olarak kendisinin nasıl bir şerefsiz olduğunu biliyorsunuz eğer lafı geçen bir tanıdığınız olsa işiniz görülecek ama olmadığından dolayı bir anda kurallardan bahsediyor, olmaz diyor. bir neden söylüyor üstüne üstlük vallahi böyle olmasaydı cidden yapardık diyor. deli oluyorum. zira sunduğu neden tamamen bir yalandan ibaret. sinirleniyorum bir şey yapamıyorum çok kötü. sonra küfrediyorum kendisine anasına bacısına hiç bir bok fark etmiyor. oysa ki küfrettiğim anda kulağı çınlaya çınlaya sağır olsa mesela güzel olurdu. 

28 Ağustos 2012 Salı

sahilde yürümek güzeldir herkes çok tehlikeli olduğunu söylese de

şöyle oldu bende

bir evre hiç birinizi umursamıyorum dedim ama umursuyordum mesela sokakta dinlediğim müziği mükemmel güzellikte bir kızın duymasını aaa ben de x'i çok seviyorum diyerek yanıma gelmesini bekledim.

daha sonraki evre böyle bir şeyi beklemeyi bıraktım hala hiç kimseyi umursamıyorum diyordum fakat mp3 player'in sesini kıstım zira yakınımda yüksek sesle müzik dinleyen ergenleri gösterişcilikle suçluyordum oysa ki 3 sene önce onlardan biriydim bir anda lamb of god tişörtü giyen adamlarla taşak geçebilecek yükseklikte görmeye başlamıştım kendimi.

şimdiki evrede ise birilerini umursayıp umursamadığımı düşünmüyorum yüksek sesle yürürken dani california dinleyip dans edince mutlu oluyorum.

ilginç bir büyüme çizgisi değil mi? öyle değil zira bir sürü insan böyledir. ah yok mu şu me

13 Ağustos 2012 Pazartesi

uğraşınca

Bütün pazar günü bununla uğraştım ama güzel oldu.

4 Ağustos 2012 Cumartesi

lan ne fark ettim

bir hiç için fazla ukalayım. bir de kendimi iyi hissedince rahatsız oluyorum o daha tuhaf. bir anda planlar yapmaya başlıyorum oysa ki hepsi filmlerden, kitaplardan çaldığım şeyler oysa düşündüğüm sırada çok orjinal geliyorlar bana ama öyle değil. en azından hayal kurmayı bıraktım. zira hayal ettiğin şeyin olmasını bekliyor insan olmadıkça da morali bozuluyor. hayaller olmadıkça da bir hiç oluyorsun. mesela şimdiye kadar hayalini kurduğum hiç bir şeyi yapamadım. hakikaten yapamadım yalnız. ama yine de yaşamak zorundayız çünkü en önüne geçilmesi zor reflekstir hayatta kalma refleksi.

sonra düşünüyorum hakkımda iyi bir şey diyecek kimse var mıdır beni tanıyan diye bilmiyorum galiba yoktur. belki bir iki kişi vardır. haksızlar diyememek kötü yine olsa yine yapardım diyememek daha kötü. oysa ki gezmek eğlenmek güzel şeyler onu öğreniyorum yavaş yavaş.



bunun da sözleri güzel hatta grup bile güzel

3 Ağustos 2012 Cuma

........

i'm fucking sorry understand dedim
efendim anlamadım diye cevap verdin





sözler de güzel.

31 Temmuz 2012 Salı

evet evet az kaldı

bir şeyler yapacağım ya da yapmak istediğim şeyleri yazacağım. uzun olacak ama güzel olmayacak.

26 Temmuz 2012 Perşembe

a life like no other

böyle bir grup var 9 şarkılık da aynı isimli bir albümü var o kadar kötü ki anlatamam, sakın dinlemeyin.

20 Temmuz 2012 Cuma

böyle düşünüyorum

diyorum ki ulan bir şeyi değiştirebilseydim neyi değiştirirdim sonra nasılsa bir şeyi değiştiremeyeceğim madem düşünce işi hayal işi bu cümlelerim; birden çok şeyi değiştireyim kafamda diyorum. sonra bakmışım her şeyi değiştirip değiştirip durmuşum ama gerçek dünyaya döndüğümde hiç bir şey değişmemiş. sorun şurada yatıyor ki cümleye başladığımdaki amacım sadece şeyi değiştirmek ve üstüne düşünmekken bir anda her şeyi değiştirmek istediğimi fark ediyorum. mesela karizma karizma twitter'a bir şeyi değiştirseydim o da şu olurdu demek istiyorum ama bulamıyorum. tanıyanlar hep şey der mesela sen çok memnuniyetsizsin. yok aslında öyle bir şey loser diye bir tabir var ya o benim işte. bana kalsa sürekli yatarım hiç işe gitmem. mesela bana para gönderse ya birileri  ben çalışmayayım falan. çalışmazsam belki içimdeki potansiyeli dışarıya çıkartabilirim. hehehe amma komik cümle değil mi? içimdeki potansiyeli dışarı çıkartmak cevap olarak ki soru olmamasına rağmen cümleye karşılık olarak diyebiliriz kalk bir siktir git ne potansiyeli diyebiliriz. mesela düşünüyorum diyorum ki bir şeyi değiştirseydim bu elazığ'a gelmezdim diyorum ee o zaman kesin başka bir yere giderdim cevabı oluyor. en iyisi liseyi değiştirmek diyorum bak o zaman hakikaten bir şeyler değişebilirdi. mesela(büyük ünlü uyumuna uymuyor bu mesela mesele deyince anlam değişiyor masala deyince de olmuyor hmm o zaman götlerinden niye büyük ünlü uyumu diye bir şey uydururlar anlamıyorum ki bir de küçük ünlü uyumu var ama onu öğrenemedim ben hiç a'dan sonra o mu geliyordu u mu geliyordu öyle bir şeydi her neyse çok uzun parantez oldu. şimdi bu parantezin başına gitmek zorunda kalacaksınız hatta ben de kalacağım şimdi gidiyorum) dindar biri falan olabilirdim. dindarlık güzel aslında biliyor musunuz benim tanıdığım bütün dindarlar mutlu kendince takılıyorlar en azından. ya da ne bileyim böyle çalışkan biri falan olurdum belki zira tahminimce orta okulda ben böyle değildim lisede böyle oldum tüm suçlu ise o arkadaşlarım yoksa ben böyle olmazdım herhalde sonra düşünüyorum da belki ortaokulda da böyleydim ben ama hatırlamıyorum. bugün ortaokulda sabahçı mı öğlenci mi yoksa tam güncümü olduğumu bir türlü hatırlayamadım oysa ki 10-15 yıl geçmiş. 10-15 yıl az süre sanki amına koyyim tabii unuturum. ama lisede tam güncü olduğumu hiç unutmam ortaokulu niye unuttum ki acaba tuhaf. lise 2'deyken lise 1'de olan bir sürü olay hatırlıyor insan ama üniversite 6. sınıftayken parantez aç7'yi dolduruyorum ben şu an ama 7. sınıf yok kaldım falan ondan anladınız zaten ki bu yazıyı buraya kadar okuyan yoktur.parantez kapa lise 1'de olan hiç bir şeyi hatırlamıyor. abarttım zira bu cümleyi yazarken aklıma lise 1'den bir sürü olay geldi ya da hazırlıktan bilemedim hmm lise 1 miydi hazırlık mıydı acaba aklıma gelenler neyse hatırlar gibiyim ama emin değilim. zaten sorun bu böyle geçmiş zaman silinip gidiyor bir sürü saçma bilgi kafada kalıyor. böyle iyi bir doktor olmak isterdim oysa ki ben ne bileyim işimi severek yapmak isterdim ama yapamayacağım kötü bir şey tabii. sevmeye çalışsam diyorum böyle muayene falan etsem herkes gibi merak etsem belki böyle olmaz ama oldu bile yapacak bir şey yok. gözler doluyor üzülünüyor okul bitiyor ne yapacağım acaba oysa ki ben daha büyümedim vallahi bak. yazıdan anlamıyor musunuz benim daha bir on yılım var bana bakacak birileri yok mu acaba? tek istediğim sınırsız kredi kartı, araba, tatil bir de kafa dengi arkadaşlar çok mu şey istiyorum ki tabii ki çok şey istiyorum lan keh keh tam yazı biterken bir anda ekran beyazlaştı falan korktum ama google kaydetmiş sağ olsun yazdıklarımı. neyse gideyim ben daha oysa ki her şey çok sorunsuz diyerek ama çok sorunsuz deyince kendime haksızlık etmiş oluyorum zira beynim kafamın içinde böyle çalışmaya devam ederken her şey benim için sorun. bazen bazı şeyler diyorum kız arkadaşıma o da diyor ki hiç kimsenin aklına böyle bir şey gelmez kendimi özel hissetmiyorum aksine çok kötü hissediyorum tabii biraz gururum okşanıyor ehehe ama öyle değil zira düşündüğüm şeyler beni rahatsız ediyor, layf kualitimi düşürüyor. bir de çağlar vardı benim liseden hatta ortaokuldan hatta ilkokuldan onu özledim ya ben keh keh diye gülerdi o. acaba mutlu mudur?

bir de nette dolaşan fotolu şeyli bir şey gördüm camus'un lafı güzelmiş. 

18 Temmuz 2012 Çarşamba

psikiyatrik poliklinikler

özlüyorum aslında ama belli etmiyorum. o değil de bugün psikiyatriye gittim uyku ilacı yazsınlar diye abla dedi ki buraya depresif bozukluk yazıyorum devlet ödesin diye yoksa depresyonda olduğundan değil dedi. ben de içimden gel sen ne çektiğimi bir de bana sor dedim. dışımdan güldüm ama

13 Temmuz 2012 Cuma

light of day day of darkness

Light of day, day of darkness dinlerdik lisedeyken çok
Şimdi yine açtım yine dinliyorum. Şöyle bir sorunu var şarkının bazı bölümleri çok fazla güzel bazı bölümleri o kadar güzel değil bazı bölümleri ise kötü. Sözlerde ise hikaye tarzı bir şey anlattığından kötü cümleler daha belirgin, daha dikkat çekici oluyor.Mesela önce şöyle diyor

"The daylight erased the shadow of me "

Ne kadar güzel ve sade bir gerçek değil mi? Daha sonra ise

"Soldier, walk with me
Throught the valley of eternity..."

ki bu sözlerin devamı daha da cıvıtıyor. Bilemedim hala seviyorum fakat daha iyi olabilirmiş galiba. Ya da bilemedim metaforlardan falan pek hoşlanmıyorum şimdi sözleri baştan sona okuduğumda bu ne lan çok ergen diyorum. "I am the voice behind the silen scream"ler falan. Neyse sonuç olarak yine bilemedim. Niye yazdım ki ben bunu? Göndereyim bari.

8 Temmuz 2012 Pazar

yeni doğan

en basitinden bir an önce uyumam lazım

2 Temmuz 2012 Pazartesi

hayırlısı böyleymiş dediler nereden biliyorsunuz dedim

.

22 Haziran 2012 Cuma

elazig bursa yol

bursaya dogru gidiyorum da gitmesine bir seyler yazmak istiyorum. tek istedigim bir kalem bir de kagit ama kagit bulamiyorum oysa ki cantamda bilgisayar ve tablet var. otobuste ise sigara icilmiyor onun yerine berbat filmler ve kanallar izleyebiliyorsunuz yine de her seye ragmen aglayan cocuklar hala duruyor hala sinir bozuyor. devrimse bizlerin dalga gectigi bir kelime olmus cikmis. devrim sadece devrim niteligindeki camasir detarjanlarinda kalmis sadece o zaman dalga gecilmiyor. boylesine nasil degisti hayat bu kadar kisa sure icinde anlamiyorum.

20 Haziran 2012 Çarşamba

of

Çok daha güzel kurmuştum aslında cümleleri yolda

Herkesin mutlu olduğu bir ortamda buruktan da öte daha sadesi mutsuz olmak çok kötü diye düşündü. Bekledi biraz. Normal olmak gerçekten zor olabilirdi ama normalmiş gibi davranmak, herkes gibi olmak bu kadar zor olmamalıydı. Benliği tüm askerleriyle kendisiyle böylesine şiddetli savaşmamalıydı. Sürekli kendi kendine çok kötü durumdasın çok kötü durumdasın dememeliydi. Lise ergen çocuğu tavırlarından artık kurtulmalıydı. Ama başaramadı işte böylece mezuniyet töreninin ilk provasından merdivenleri koşarak terk etti. Oysa ki ailesi, sevgilisi, arkadaşları hepsi kendisinin orada bulunmasını istiyordu ama o yapamadı. Oysa ki umudu vardı yapabileceğini düşünüyordu. Dışarı çıktı, derin bir nefes aldı, gözleri doldu ama tuttu kendini, kendi kendine ağlamanın çok saçma olacağını düşündü. Sevgilisine mesaj attı kendisinin katılamayacağını ama onun mutlaka orada bulunması gerektiğini söyledi. Yanına gelmeyi düşünen ailesini aradı ve mezuniyete katılmayacağını söyledi. Neden dediler? Bir şey söylemek istemedi işte dedi çünkü seviyordu ailesini, üzmek istemiyordu ama o ailesini ne kadar üzmemek isterse ailesi o kadar üstüne geliyordu. Neden gitmiyorsun oğlum? duydu. Neden böylesin oğlum? duydu. Neden böyle yapıyorsun oğlum? duydu. Sonra dayanamadı üzdü annesini sonra annesini üzdüğünden bir kat daha üzüldü. Hemen ardından sevgilisi aradı lütfen gel dedi. Gerisini duyamadı arkadan fakültedeki en sevmediği öğretim üyelerinden birinin yoklama yaparkenki sesine takıldı. Duyamıyorum dedi telefonu kapattı. Evi biraz uzaktı yürüdü hızlıca bir işi varmış gibi yürüdü oysa ki hiç bir işi yoktu. Hiç bir zaman sevemediği bu şehirde 6 sene geçirmenin sinirini yaşıyor bir yandan da hayatının sonuna kadar nefret edeceği bir işle meşgul olacağı kafasını sikiyordu. Kabullendi bira aldıklarında onlara bardak veren tekele gitti. Bir orta boy rakı biraz fıstık aldı, yukarıdaki dindar marketten karpuz aldı. İyi davrandılar ona havanın ne kadar sıcak olduğunu söylediler o da onlara iyi davrandı. Çıkarken hayırlı işler demeyi unutmadı, eve geldi. Ölmek istedi ama ölemedi belki ölene kadar içerim dedi ama onu da başaramayacağını biliyordu. Bilgisayarı açtı ve bunları yazdı.

17 Haziran 2012 Pazar

Tutun lan batıyoruz

Öyle kaybolmuş bir nesiliz ki birileri elimizden tutmazsa batacağız. Alış veriş merkezinde kaybolan küçük çocuk gibi değil denizde fazla açılmış geri dönebileceğinden emin ama dönemeyeceğinin farkında olmayan yardıma ihtiyacı olan çünkü birazdan tüm vücuduna kramp girecek olan ergen gibiyiz.


İkinci kez okuduğumda çok boş bir cümle gibi geliyor ama hakikaten öyleyiz be bakın bir etrafınıza, herkes saçmalıyor.

15 Haziran 2012 Cuma

disappointment

Bazen öyle büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorum ki kendime bile itiraf edemiyorum. Diyorum ki zaten gerçekleşmesi imkansız bir olay için çok fazla umut ettim. Zaten çok basit bir olaydı ondan dolayı bu kadar moralim bozulmamalı ama yine de öyle olmuyor. Bir zaman sonra alıştığını sanıyorsun ama öyle olmuyor. Ne kadar saçma değil mi hem de büyümüş olmana rağmen yine de kendine söz geçiremiyorsun.Kazandığınız hiç bir maç kaybettiğiniz final maçı kadar akılda kalmaz.

Şimdi şöyle desem aklınıza gelen umut ettiğiniz ilk şeyi söyleyin. Fark edeceksiniz ki çok yakın zamanı hatırlıyorsunuz sonra biraz daha düşünürseniz geçmişteki isteklerinizi, hayallerinizi de hatırlayacaksınız. 2-3 dakikalık ya da daha kısa süren o geçmişleme deneyiminizden sonra şimdiki zamana döndüğünüzde gülümsemediğinize eminim diyebilirim.

Ayrıca hayal kırıklığı yemin ederim o kadar çirkin bir kelime ki anlatamam. Bu kadar kötü anlatılabilir bir duygu ama kullanabileceğim başka bir dil yok maalesef.




12 Haziran 2012 Salı

Niye bu kadar uzun süredir yazmamışım?

Bilmiyorum.

Mesela yatıyordum ben ve öyle şeyler hissettim ki

İşaret diye bir şey var şu saçma sapan insan hayatında oysa ki işaret diye bir şey yok. İşaret diye düşündüğümüz her şey birer rastlantıdan ibaret, google'a bir isim girmek doğum gününü görmek, maç izlerken golü tahmin etmek, araba plakası aramak yolda yürürken bilmiyorum belki hepsi de hafif defektli bilinç altımın ürünü. Hani çok mutsuz olursunuz da ben mutsuzum diyemezsiniz bakarsınız etrafınıza mutsuz olunacak hiç bir şey yoktur ama yine de bir yerlere tutunmaya çalışırsınız. Geçmişi, hatalarınızı hatırlamaya çalışırsınız şöyle yazmamı bekleyebilirsiniz "ama hatırlamazsınız" fakat öyle olmaz gerçekten hatırlarsınız o kadar çok saçma sapan şey hatırlarsınız ki bir yerden sonra gerçekten mutsuz olmayı kendi kendinize haklı çıkartırsınız. Nereden geldim buraya diye düşünüyorum yatakta yatarken bir anda kalkmak geldi içimden bir şeyler yazmak, birbirinden bağımsız herhangi bir fikir vermeyen, kimseyi ilgilendirmeyen. Oysa ki anlatabileceğim hiç bir şey yok. Anlattıklarım belki çok uzak gelecek bana ileride ya da amma saçmalamışım diyeceğim ama olsun yine de yazacağım. Öyle basit bir neden sunacağım ki kendime uyuyamıyorum ondan yazıyorum diyeceğim mesela ama o kadar basit olmadığını bileceğim buraya yazacağım çünkü bir işaret bekliyorum.

 Uyandım yaprakları kelebekten olan şehirde
 Sordum kendime
 Neden yapraklar uçuyor da kelebekler ağaçta asılı
 Devam ettim uyanmaya istemeden de olsa
 Ağaçlar değil çirkin binalar ve dilenen küçük çocuklar görene kadar

 "Mirek, tarihi, tıpkı komünist partisinin, tüm siyasal partilerin, tüm ulusların ve insanların yaptığı gibi yeniden yazmak istemişti. Çok daha iyi bir geleceğin yaratılmak istendiği söyleniyordu bağrıla çağrıla. Oysa bu doğru değildi. gelecek kimsenin umrunda olmayan, ilgisiz bir boşlukturi geçmiş ise yaşam doludur, kızdırır, başkaldırtır, yaralar, o kadar ki, bu yüzden onu yok etmek ya da yeniden yaratmak isteriz." M.Kundera

 

 Clementine Kruczynski has had Joel Barish erased from her memory. (Oysa ki yapılamıyor öyle şeyler ama yine de yaşanıyor benzer olaylar bilim kurgu filmi de olsa)

Düzeltme: Oysa ki hikaye gibi bir şeyler yazacaktım hatta şunu yazmıştım da sonra silmiştim. Olmadı ama ne önemi var?

Bir bilim kurgu filminde ya da en basitinden bir kitapta olmadığımı sonunda fark ettim. Sıradan bir insanım, o kadar sıradanım ki tanımak istemezsiniz. Örneklemektense sıradanlığımı şu basit cümleyle anlatabilirim aslında "Ben de herkes gibi büyüyorum" Oysa ki büyümek istemiyorum çünkü büyümek çirkin, büyümek kötü. 15 yaşındaki gibi büyümek istiyorum ama artık boyum uzamıyor sadece kilo alabiliyorum büyüdüğümü maddesel olarak anlamlandırabilmek için. 7 aylık karımın bir an önce doğurmasını bekliyorum. Çünkü bu daha önce denemediğim bir şey evet tiksiniyorsunuz benden niye anlatıyorsun ki bu sıradan hayatını diyorsunuz ama yine de büyük bir merakla okuyorsunuz çünkü şu an gerçekte yaşamamış birinin yaşamış biri vasıtasıyla anlattıklarını okuyorsunuz. (Bir an şöyle geçiyor içimden burada bitirsem gerçekten hoş olmaz mı ve tüm anlatmak istediklerimi anlatmış olmaz mıyım?) Nasıl evlendiğimi hatırlamıyorum ama evleneli 6 yıl olduğunu biliyorum. Bir çok şeyi unuttum ve unuttuğum her şey ben de acı veriyor. Oysa ki unuttuğumu unutsam bir kitapta okuduğum gibi umarsız bir mutluluğa kapılabilirim. Ama yapamıyorum niye evlendiğimi hatırlamaya çalışıyorum ama anlamlandıramıyorum. İntihar etmeyi düşündüğümü her genç gibi korktuğumu sonra toplum baskısı denilen olguyu hissettiğimi dahası ise kocaman bir boşluk. Çözümlemeye çalışıyorum kendi davranışlarımı acaba niye evlendim? Yaşama içgüdüsüyle birinin beni hayatta tutabileceğini mi düşünmüştüm? Hayır başka türlü bir şey olmalıydı. Çünkü hayatıma son veremeyecek kadar korkaktım. Yanlış anlamayın orta yaş bunalımına girmiş değilim; karımı seviyorum, ölmüş anne babamı özlüyorum, 2 ay sonra doğacak çocuğumu merakla bekliyorum. Sadece sorgulamadan duramıyorum başka bir insanı niye seviyorum ve niye bu kadar her şey sıradanlaşmış? Neden tek suçu doğmak olan çocuklar var açlıktan acı çekerek ölen? Biliyorum neden sorusu tehlikelidir ve tehlikeli olmasından da öte anlamsızdır neden sorusu. Bir vazoyu havaya attığında yere düşeceğini bilmen önemlidir neden düşeceğini bilmenden çok. Nasıl bir sistem bunu yaptı bize bilmiyorum fakat kendimize sorduğumuz sorular saçma gelmeye başladı ve her sorumuzdan sonra eşek kadar oldum artık bunları düşünecek vaktim yok diyoruz. Dışarıda insanlar ölüyor, saçma sapan işler dönüyor biz yer çekimi kuvvetini bilmediğimiz gibi vazonun düştüğünde kırılacağını da kavrayamıyoruz.

19 Nisan 2012 Perşembe

Derler ki

Şimdi odamda oturuyorum ve şöyle diyorum. Yani kelimesi ne kadar güzel bir kelime. Düşünüyorum hayal etmeye çalışıyorum "Ruhunu şeytana satmak nedir" diye. Faust gibi falan mı acaba yoksa Şeytanın avukatı filmindeki gibi mi? Ya da Spawn gibi mi? Bilemiyor insan hayal dahi edemiyor. Bir şeytanın gelip sormasını bekliyor, ruhunu bana satar mısın diye? Sonra bir anda aklıma geliyor ruhunu satmak benim için Elazığ'da tıp okumaktır. 5 kuruş para için tıp okumamdır. Sonra sinirim geçiyor, yalnızlık ömür boyu dinliyorum. Hani bazen yürürsünüz sokakta bir araba geçer önünüzden müzik sesini o kadar açmışlardır ki kulaklığınız olsa dahi işe yaramaz duyarsanız o gürültüyü. Sonra bir daha geçer o araba tahmin edemeyeceğiniz bir süre sonra acaba deja-vu mu oldum dersiniz oysa ki deja-vu falan ortada yoktur. Çok basitçe arabayı bir daha görmüşsünüzdür. Gülersiniz kendi kendinize bu saçma olay sizi gülümsetir. Simdi dusunup kendi kendime diyorum ki benim hayatimda her zaman tek cikis yolu kabullenmek oldu. Yine oyle yapayim deyip yataga dogru geciyorum ama vazgecip salonda maci bakiyorum bes dakika kozde demlenmiscaydan iciyorum bir bardak. Sacma da gelse size okuduklariniz baska biri yazsaydi bana cok samimi gelirdi ta ki bunu yazana kadar.

14 Mart 2012 Çarşamba

trajik

Kucumsedigin o tum insanlarin senden daha basarili ve daha da onemlisi daha mutlu olduklarini fark etmek
Eger Sims misali beni izleyen biri varsa sosyallesme adina giristigim tum cabalari bayagi eglenerek izliyordur

22 Şubat 2012 Çarşamba

Ağırlık ve Hafiflik

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği diye bir kitap okuyorum da bir iki yeri çok beğendim; buraya da ekleyeyim. Küçükken düşündüklerimin aslında çoktan düşünüldüğünü öğrendiğimde ya da fark ettiğimde çok kızar kıskanırdım. Şimdi ise ben asla böyle ifade edemezdim kendimi diyorum. Galiba benim için olgunlaşmak bu olsa gerek.


3

Ne istediğini bilememenin aslında son derece doğal olduğunu anlayıncaya kadar kızdı kendine. Sadece bir tek hayat yaşadığımız için bu hayatı öncekilerle karşılaştıramaz ya da kusurlarımızı gelecekteki hayatlarımızda gideremeyiz; bu nedenlede ne istediğimizi bilemeyiz. Tereza'yla olmak mı daha iyiydi, yalnız olmak mı Karşılaştırma fırsatı olmadığı için hangi kararın daha iyi olduğunu sınamanın bir yolu yok. Olaylar nasıl gelişirse öyle yaşıyoruz, önceden uyarılmaksızın, rolünü ezberlemeden sahneye çıkan bir tiyatro oyuncusu gibi. Yaşam öncesi ilk prova yaşamın ta kendisiyse, ne değeri olabilir yaşamanın? YaŞamın hep bir taslak gibi olması da bundandır işte. Yok, 'taslak' da tam anlatamıyor demek istediğimi, çünkü taslak bir şeyin ana çizgileriyle belirmesi demektir, bir resmin az çok ortaya çıkmasıdır, yaşamımız dediğimiz taslaksa hiçbir şeyin taslağı değildir, bir resmin resme dönüşmeyecek ana çizgileridir. 'Einmal ist keinmal' diyor Tomas kendi kendine. Sadece bir kere olan şey, diyor Alman özdeyişi, hiç olmamış sayılır. Yaşanacak bir tek hayatımız varsa eğer, onu hiç yaşamamış da olabiliriz, fark etmez.

15

Elinden hiçbir şey gelmeksizin, ne yapacağını bilemeden bir avlunun karşı tarafındaki duvara dalıp gitmek; bir aşk anında karnındaki inatçı gurultuya kulak vermek; ihanet etmek, ama ihanetin göz kamaştırıcı yolunu terk edecek gücü kendinde bulamamak; Büyük Yürüyüş'te kalabalıklarla birlikte yumruğunu havaya kaldırmak; gizlenmiş mikrofonlar önünde espri gösterisi yapmak -bu durumların hepsini tanıdım, hepsini yaşadım, ama bunların hiçbirinden benim kişiliğim, benim özgeçmişim doğmadı. Romanlarımdaki kişiler kendime ilişkin gerçekleşmemiş olabilirliklerdir. Onlardan eşit derecede hoşnut olmam ve dehşete düşmem de bu yüzden. Her biri benim ancak kenarında dolaştığım bir sınırı aşmıştır. Bana en çekici gelen şey bu aşılmış sınırdır (ötesinde kendi 'ben'imin sona erdiği sınır). Çünkü romanın sorguladığı sır o sınırın ötesinde başlar. Roman yazarın itirafları değildir; bir tuzak haline gelmiş dünyamızda yaşanan insan yaşamının araştırılmasıdır. Bu kadarı yeter. Biz gene Tomas'a dönelim.

----

Soruyu sormanın başka bir yolu da Şu; bağırarak sonu çabuklaŞtırmak mı daha iyidir, yoksa susmak ve böylelikle daha yavaŞ bir ölümle ölmek mi? Bu soruların cevabı var mıdır? Sonra gene o bildiğimiz düŞünce geçti kafasından: İnsan hayatı ancak bir defa yaŞanır ve kararlarımızın hangilerinin doğru hangilerinin yanlıŞ olduğunu kestiremememizin nedeni,verili bir durumda ancak bir tek karar verebilecek olmamızdır; ikinci, üçüncü ya da dördüncü bir yaŞamımız yok ki çeŞitli kararlarımızı birbirleriyle karŞılaŞtıralım. Bu açıdan tarih insan yaŞamlarına benzer. Çeklerin sadece bir tek tarihi vardır. Bir gün Tomas'ın yaŞamı gibi, o da hiç yinelenmemecesine sona erecektir.

1618 tarihinde Çek prenslikleri bütün cesaretlerini toplayıp Viyana'da hüküm sürmekte olan imparatora duydukları hıncın belirtisi olmak üzere imparatorun yüksek düzeyde iki görevlisini Prag şatosu'ndaki bir pencereden aŞağı attılar. BaŞkaldırıları Otuz Yıl SavaŞları'na, bunlar da Çek ulusunun toptan yokedilmesine yolaçtı. Çekler cesaret gösterecek yerde temkinli mi davransalardı? Cevabı basit gibi gelebilir; değildir.

Üç yüz yirmi yıl sonra, 1938'deki Münih Konferansı'nın ardından dünya Çeklerin ülkesini Hitler'e kurban etmeye karar verdi. Çekler kendilerinin sekiz katı bir güce karŞı ayaklanmaya mı kalkıŞmıŞlardı? 1618'in aksine temkinli davranmayı seçtiler. KoŞullu da olsa boyun eğmeleri II. Dünya SavaŞı'na yolaçtı, bu da ülkelerinin bağımsızlığının on yıllar hatta belki de yüzyıllar boyunca elden gitmesiyle sonuçlandı. Temkinli davranacak yerde cesaret mi gösterselerdi? Ne yapsalardı?

Çekoslovak tarihi yinelenebilseydi, elbette her defasında iki olasılıktan birini sınamak ve sonuçları karŞılaŞtırmak isterdik. Böyle bir deney olmaksızın, bu konuda ileri sürülecek bütün düŞünceler birer varsayım olmaktan öteye gitmeyecektir. Einmal ist keinmal. Bir kere olan Şey hiç olmamıŞ demektir. Ne Çeklerin tarihi, ne de Avrupa'nın tarihi bir keredaha yinelenecek. Çeklerin ve Avrupa'nın tarihi, insanlığın talihsiz deneyimsizliğinin kaleminden çıkma bir çift karalamadır. Tarih insan yaŞamları kadar hafiftir; dayanılmaz derecede hafif, bir tüy kadar, yukarı doğru süzülüp havaya karıŞan toz, yarın varolmayacak herhangi bir Şey kadar hafif.

Bir kere daha ve bu defa aŞka benzer bir özlemle, uzun boylu, hafifçe kamburunu çıkararak yürüyen editörü düŞündü Tomas. O adam tarih sanki bir karalama değil de tamamlanmıŞ bir resimmiŞ gibi davranıyordu. Sanki yaptığı her Şey sonsuz kere yinelenecekmiŞ, sonsuza kadar dönüp geri gelecekmiŞ gibi eylemlerinden en ufak bir kuŞku duymaksızın davranıyordu. Haklı olduğuna kesinkes inanmıŞtı ve bu onun için dar görüŞlülük değil erdem belirtisiydi. Evet, o adam Tomas'ınkinden farklı bir tarihin içinde yaŞıyordu; karalama olmayan (ya da olduğunu fark etmeyen) bir tarihin...

16

Günler sonra, buraya yukarıdaki bölüme ek olsun diye aldığım baŞka bir düŞünce geldi Tomas'ın aklına; uzayın derinliklerinde bir yerde bir gezegen vardı, insanlar burada yeniden doğacaklardı. Dünyada yaŞadıkları yaŞamın ve biriktirdikleri bütün deneyimin tümüyle bilincinde olacaklardı. Belki de hepimizin ilk iki yaŞamımızın tüm deneyimleriyle üçüncü bir kere doğacağımız bir baŞka gezegen daha vardı. Belki de insanlığın bir derece (bir yaŞam) daha olgun doğacağı baŞka, daha baŞka gezegenler de vardı. Tomas'ın ebedi dönüŞ çeŞitlemesiydi bu.

Elbette, biz dünyadakiler (bir numaralı gezegen, deneyimsizlik gezegeni) öteki gezegenlerde insanoğlunun baŞına neler gelebileceğini ancak belli belirsiz hayaller biçiminde oluŞturabiliriz kafamızda. Daha mı bilge olacaktır? OlgunlaŞma insanoğlunun gücünün sınırları içinde midir? Yineleme yoluyla elde edebilir mi olgunlaŞmayı? Yalnızca böyle bir ütopyanın bakıŞ açısından, iyimserlik ve kötümserlik kavramlarını tam hakkını vererek kullanmak mümkün olabilir: Ġyimser, beŞ numaralı gezegende insanlık tarihinin daha az kanlı olacağını düŞünen adamdır. Kötümser, tersini düŞünendir

Kişisel bir şey değil bu

Ciddi ciddi ne kadar güzel bir şarkı yapmıştır(aslında müziği güzel değil hatta 2 kere ard arda dinleyemiyorum ama olsun) Teoman, iki gündür durup durup aklıma geliyor. Sözlerini de yanlış biliyormuşum ki keşke bildiğim gibi olsaymış her neyse şu bölümü hakikaten mükemmel değil midir?

Gerçeği istiyorsan .....burada biraz duruyor sonra da diyeceklerimi unuttum diyor ya hakikaten hoş çok hoş.

11 Şubat 2012 Cumartesi

Para üstü

Çocukluktan beri kasiyer olmak istedim. Oysa tüm arkadaşlarım mühendis, doktor olmak istiyordu hatta içlerinde astronot olmayı isteyenler bile vardı. Sanki deliler hastanesine atılmıştım. Düşünsenize berbat bir mahallenin en kötü okulundayız ve öğrenciler doktor, mühendis olmak istiyor. Sanki olsalar kurtulabileceklermiş gibi. Bense kasiyer olmak istedim. Hayatımın amacı gerçekleşti şu an kasiyerim ve biliyor musunuz hiç bir beklentim de yok. Filmin tekinde dediği gibi ben onlara zamanımı veriyorum onlar da bana para veriyorlar. Evet verdikleri para belki az ama olsun yine de mutluyum. Tüm alışveriş arabasını okuttuktan sonra cüzdanını evde unuttuğunu hatırlayan teyzeler, parası yetişmeyen gençler, kredi kartının limiti yetmeyip cebinde 5 kuruşu olmayanlar, üstü sende kalsın diyenler ki üstü hiç bir zaman bizde kalmaz, 15 saniyede olsa muhabbet etmeye çalışan yalnızlar, sadece kötü gününde olanlar çeşit çeşit insan daha güzel bir iş olamaz anlayacağınız. Peki niye anlatıyorum bunları size? Bir hikaye olmalı değil mi? Güzel bir şeyler yazmam lazım bir hikaye anlatmam lazım nasıl istersiniz mesala?

Bir gün kasanın başında otururken astronot olmayan isteyen arkadaşımı gördüm mü?
Yine kötü gününde olmayan bir müşteri gözümün içine baktı ve bir an...
Yoksa kapitalizmin pis oyunlarını mı?

Hayır hayır anlamıyorsunuz. Size sadece; kredi kartı limiti yetmeyenlerin hepsinin 2'den fazla kredi olduğunu, parası yetmeyen gençlerin "abi yap bir şeyler" bakışı attığını, kötü gününde olanların beni azarladığında, ben de alkol satışında kimlik soruşumu, üstü kalsınsa madem cebime atayım dersem işimden atılabileceğimi anlatabilirim. Hayatının amacı kasiyer olmak isteyen birinden güzel bir şeyler yazmasını bekleyemezsiniz.

Çok basit sabah kalkıyorum, işime gidiyorum; sonra geri dönüyorum. Ceviz ağacı olmam ya da olmamam fark etmiyor ne polis benim farkımda ne de sen diyebileceğim biri. İşte benim hikayem bu.

1 Şubat 2012 Çarşamba

Yakışıklı Dragon iki tane

4 günlük tatil biter

4 günlük tatilim bitti ve artık intern oldum. Tuhaf yahu herkesin bildiği bir duygu hatta insanın belki de her sene defalarca yaşadığı bir duygu: "Nasıl da çabuk geçti zaman". Gerçekten de çok çabuk geçti zaman 6. yıl, şaşırdım tabii onca yaşadığım saçmalığa rağmen nasıl 6. yıla geldim diye ya da soruyorum kendime bazen nasıl dayandım 6 yıl diye sonra bir anda bir iç ses çıkıyor ortaya işte böyle dayandın diye. Zaman geçtikten sonra çok çabukmuş gibi gözükse de yaşarken geçmek bilmiyor.

Şimdi intern olduk, okul bitecek. Peki ne yapacağım? Film izlemez oldum, müzik hiç dinlemiyorum oyun oynayayım diyorum ona da zaman kaybı diye başlamıyorum. Her neyse saçmalamak güzel oluyor. Eskiden nasıl da kasardım buraya yazmak için şimdi eskiden yaptığım her şey komik geliyor hatta şimdi kurduğum cümleleri geçmişte kullandığımı hatırlayınca bile gülüyorum. Mesela artık hiç değişmeyeceğim gibi. Hayatımın her anında hiç değişmeyecekmişim gibi hissettim. Verdiğim sözleri tutamadım, bir çok kişiye iğrenç davrandım. Sonunda kendi halimde bir loser oldum ve şunu anladım ki ne kadar az insanla muhattap olursam benim için o kadar iyi oluyor.

Yarından sonra acil internlüğüm başlayacak ve ne olacak bilmiyorum.

Bir de şu alttaki film güzel. Bir film hakkında güzel demekten öte ne denebilir ki zaten?

5 Ocak 2012 Perşembe

Yorgun

Yorgun değilsinizdir ta ki eve gelene kadar

4 Ocak 2012 Çarşamba

Büyük adam

Büyük bir amaç için doğmadığınızı anladığınız an
İşte her şey tesadüftür