8 Ocak 2011 Cumartesi

Kısa kısa hikaye

Aslında ayrılalı çok oldu, nereden baksan 5 saat keşke hep beraber olsak
Aslında ayrılalı çok oldu, nereden baksan 10 saat keşke hep yakınlarımda olsa
Aslında ayrılalı çok oldu, nereden baksan 1 gün keşke istediğim zaman görebilsem
Aslında ayrılalı çok oldu, nereden baksan 7 gün ama nedense hiç özlemedim.
Aslında daha yeni ayrıldık sayılır ama tamamen unuttum yaşadıklarımızı.

Böyle yazmıştı günlüğüne. Şimdiyse ayrılmalarının üstünden 6-7 yıl geçmesine rağmen tamamen unuttum diyemiyordu. Herhangi bir şeyi tamamen unutma olasılığı zaten yoktu ama en azından aklına sadece istediği zamanlar gelmesini istiyordu. Porcupine Tree - How is your Life Today? dinlediğinde aklına gelmesi normaldi, kaldırımda ona benzeyen bir kadın gördüğünde beraber yaşadıklarını hatırlaması da normaldi ama film izlerken, kitap okurken bir anda aklına düşmesi çok sinir bozucuydu. Yıllar geçmişti ve yıllardır açmadığı günlüğüne bu sefer şöyle yazdı:

"Aslında ayrılalı çok oldu ama bir türlü unutamıyorum."

Günlüğü çekmecesine koydu, karısını öptü ve uyumaya çalıştı. Hayatı hep izlediği filmlerdeki, okuduğu kitaplardaki gibi olmuştu. Hiç bir heyecanı yoktu, heyecanı seven biri değildi ama olacakları her seferinde önceden tahmin etmesi artık sinir bozucu geliyordu. Bu sefer dedi, bu sefer söz veriyorum tahmin ettiğim gibi olmayacak ve tüm bu zinciri kıracağım.

Sabah işe gittiğinde patronundan 3 günlük izin istedi; tahmin ettiği gibi patronu nedenini bile sormadan reddetti. İnsanı her şeyi yaptıracağına inandıran romanlardaki gibi istifasını veremedi. Masa başına geri dönüp telefonu açtı, telefonu kapattı, ayın sonu yaklaşmasına rağmen hedeflenen satış sayısından çok uzak olmanın verdiği sıkıntıyla verdiği sözü tamamen unuttu. Telefona daha sıkı sarıldı. Sesini daha inceleştirip, en ikna edici ses tonuyla "Merhaba" dedi. Gün bittiğindeyse yeniden aklındaydı ama hiç zamanı yoktu. Hafta sonuna kadar beklerim dedi kendi kendine.

Cuma günü gelmişti. Her çalışanın en sevdiği gün, bir sonraki günün boş olduğunu bilmenin verdiği ve yıllar boyu geçmeyen o tatlı duygu. İş çıkışı eve geldiğinde o kadar yorgundu ki uğruna canını verebileceği takımının maçını dahi izleyemeden uyuya kaldı. Uyumadan hemen önce şöyle dedi: "Yarın mutlaka başlayacağım onu aramaya." Cumartesi gününe mutfaktan gelen mükemmel tost kokusuyla başladı. Doğum kontrol hapı kullandığını zannettiği ama kendisine 2 ay önce hamile olduğunu açıklayan 3 yıllık karısını öptü ve masaya oturdu. Çocuk istemiyordu ama hiç bir şey diyememişti. Zaten hiç bir zaman, hiç kimseye içinde istemiyorum fiili olan bir cümle kurmamıştı. Mutlu değildi, karısını sevmiyordu sadece ihtiyaç duyuyordu ama kapıyı çekip gidemedi. Karısını öptü, kahvaltı için teşekkür etti ve televizyonu açtı. Haberlerde şunu bekliyordu "Tahir'in 6 yıl önce ayrıldığı Merve çok mutsuz ve hala Tahir'i bekliyor." ya da "Tahir'in 6 yıl önce ayrıldığı Merve dün evinde mutsuz bir şekilde bulundu" ama hiç bir kanalda ne ondan ne de Merve'den bahseden vardı.

Yıllar geçti ama Tahir hiç bir zaman Merve'yi arayamadı. Bir kızı bir de oğlu oldu, evliliklerine karşı çıkan kayınbabasının şirketine torun sevgisi sayesinde müdür oldu, güzel bir evi hatta 15 yaşından beri istediği 79 model bir Fiat Spider'ı oldu. Tahir ilk çocuğu doğana kadar Merve'yle herhangi bir yerde karşılaşma umudunu korudu ama hiç bir zaman Merve'yi aramadı. Hayatın onu şaşırtmasını ve Merve'yi bir anda karşısına çıkarmasını, otobüste uyandığında yanında oturanın Merve olmasını bekledi ama öyle olmayacağını tahmin ediyordu işte bu yüzden Tahir hiç bir zaman Merve'yi arayamadı ve ilk çocuğunun üçüncü yaş gününde günlüğüne şöyle yazdı:

"Aslında baba olalı çok oldu ama hala ilk günkü gibi hissediyorum."

1 yorum:

Adsız dedi ki...

"Tahir olmak da ayıp değil..."